Yayılmacılık
Avustralya’da yüzmeye deniz kenarına gittik. Tabi oralarda plaj boyunca şemsiye dikip altına şezlong sererek yayılan işletmelerden yok. Sahiller uçsuz bucaksız kum, tek bir çivi çakılmamış. Haliyle biz de şemsiyemizi ve piknik sepetimizi alıp öyle gittik. Baktım şemsiyemizin gölgesi ufacık bir daire, yetmedi tabi. Kafam gölgede olsa, ayaklar güneşte kalıyor, ayakları gölgeye çeksen kafa yanıyor. Kalktım, biraz şemsiyeyi eğdim büktüm, kenarına belimden çıkardığım pareoyu bağladım, diğer ucunu da bi taş buldum ona tutturdum ve gölgeyi büyüttüm. Oh dedim yayılabilirim, güneşte kalan çantaları filan da altına aldım. Sonra çevremize bi baktım ki herkes şemsiyesi ve altındaki ufak daire şeklindeki gölgesiyle mutlu, kimsede benim gibi bir gölge büyütme fantezisi yok. Böyle sağından solundan ip çekip çarşaf gererek alanı genişleten yok biz Türklerden başka. Bize nedense yetmiyor.
Sahil beldelerimizdeki yazlıkları düşünün hele. O koca balkonlar hayatta yetmez, mutlaka bi uzatılır, uzayınca üstü açık kalır, tabi ardından pergole yapılır. Bu sefer üstü de kapalı ya hazır, çok rüzgar esiyor denir, çevresi de camla kapatılır. Oraya bi zaman sonra koltuk televizyon da çıktı mı, bi de fistolu perde çekilir, al sana mis gibi oda. E yazlık yer, hava sıcak; bu sefer ev halkı yeni bir balkona ihtiyaç duyar ve halihazırdaki uzatılmış yer dışarıya doğru biraz daha uzatılır ve veranda yapılır, e yine üstü açık tabi kapamak lazım... Tüm bu süreç bahçe bütünüyle beton oluncaya kadar böyle devam eder gider.
Sekizyüzküsürbin kilometrekarelik ülke sınırlarımız yetmedi de kıyıları doldurduk ya; Alsancak’ta denizi doldurup yol yaptılar, park yaptılar. Beton masrafı fazla olmasa tüm körfezi dolduracaklardı, Alsancak’tan Karşıyaka’ya yürüyerek gidecektik.
Yol üstü restoranları düşünün bir de, birer ikişer çıkarırlar masaları sandalyeleri sokağa, her geçen gün biraz daha işgal ederler kaldırımı; yayalara yürüyecek yol kalmaz. Yan dükkan da akşama doğru kepenkleri kapattı mı onun önüne de yayılıverirler. İçeride bitmez tükenmez bir masa sandalye stoğu vardır, çıktıkça çıkar...
Gariban halk iki artı birden üç artı bire geçmenin derdiyle kavruladursun, reisicumhurumuz caanım çiftliği katledip karısıyla birlikte topu topu iki kişi yaşayacakları ikibinikiyüzelli odalı saray yaptırdı ya, anca yetti.
Bilim ve teknolojide ileri olan devletler otuz metrekareye nasıl sığarız diye mobilya tasarlayadursun -dükkanı gezmek zevkli oluyor o ayrı- ama bize daral basar o evlerde; o boyuta varan odaları ardiye olarak kullanıyoruz biz, L tipi salona bile burun kıvırırız. G.tümüzü yaya yaya oturmazsak rahat edemeyiz.
Kısacası, saraylar, hanlar, hamamlar ruhumuzda var. Yayılmacı bir toplumuz. Sonra da Rıza neden Yalı köşküne kaçak kat çıktı diyorsunuz.
Sahil beldelerimizdeki yazlıkları düşünün hele. O koca balkonlar hayatta yetmez, mutlaka bi uzatılır, uzayınca üstü açık kalır, tabi ardından pergole yapılır. Bu sefer üstü de kapalı ya hazır, çok rüzgar esiyor denir, çevresi de camla kapatılır. Oraya bi zaman sonra koltuk televizyon da çıktı mı, bi de fistolu perde çekilir, al sana mis gibi oda. E yazlık yer, hava sıcak; bu sefer ev halkı yeni bir balkona ihtiyaç duyar ve halihazırdaki uzatılmış yer dışarıya doğru biraz daha uzatılır ve veranda yapılır, e yine üstü açık tabi kapamak lazım... Tüm bu süreç bahçe bütünüyle beton oluncaya kadar böyle devam eder gider.
Sekizyüzküsürbin kilometrekarelik ülke sınırlarımız yetmedi de kıyıları doldurduk ya; Alsancak’ta denizi doldurup yol yaptılar, park yaptılar. Beton masrafı fazla olmasa tüm körfezi dolduracaklardı, Alsancak’tan Karşıyaka’ya yürüyerek gidecektik.
Yol üstü restoranları düşünün bir de, birer ikişer çıkarırlar masaları sandalyeleri sokağa, her geçen gün biraz daha işgal ederler kaldırımı; yayalara yürüyecek yol kalmaz. Yan dükkan da akşama doğru kepenkleri kapattı mı onun önüne de yayılıverirler. İçeride bitmez tükenmez bir masa sandalye stoğu vardır, çıktıkça çıkar...
Gariban halk iki artı birden üç artı bire geçmenin derdiyle kavruladursun, reisicumhurumuz caanım çiftliği katledip karısıyla birlikte topu topu iki kişi yaşayacakları ikibinikiyüzelli odalı saray yaptırdı ya, anca yetti.
Bilim ve teknolojide ileri olan devletler otuz metrekareye nasıl sığarız diye mobilya tasarlayadursun -dükkanı gezmek zevkli oluyor o ayrı- ama bize daral basar o evlerde; o boyuta varan odaları ardiye olarak kullanıyoruz biz, L tipi salona bile burun kıvırırız. G.tümüzü yaya yaya oturmazsak rahat edemeyiz.
Kısacası, saraylar, hanlar, hamamlar ruhumuzda var. Yayılmacı bir toplumuz. Sonra da Rıza neden Yalı köşküne kaçak kat çıktı diyorsunuz.
Yorumlar