Melbourne’de Türk Bakkalı Çakkalı
İki aydır ailecek zeytine aş erdiğimiz yetti diye düşündük ve düştük
Melbourne’ün çeşitli mahallelerindeki Türk bakkallarının peşine. Öyle ki
marketten aldığımız içine ancak bir avuç zeytinin sığabildiği ateş pahası küçücük
kavanozlardaki lezzetsiz zeytinleri sabah kahvaltıda ikişer ikişer
paylaştırınca gözleri yuvalarından fırlayan Mavi, ‘ben daha fazlasını
istiyorum’ diyerek bizim tabaktakileri de silip süpürüyor, tabi ki yarım
yamalak yediği için peşinden çekirdekte kalan etleri bir sefer de ben üzerinden kemiriyordum. Tamam kendimizi zeytin konusunda acındırdığımız yeter, ama
dedesinin zeytin bağı olan bir çocuğun da böylesine zeytine hasret kalması
gerçekten bizi üzdü, zira Mavi, önüne koysak dedesi gibi bir oturuşta yarım
kilo zeytini yiyebilecek kapasiteye sahip.
Çağrı’ya baştan dedim ki, dağ çantanı al, yükleniriz, bol bol alırız, yok
canım ne gerek var dedi. Şehrin diğer ucuna gidiyoruz, elbette ki her
bulduğumuza atlayacaktık.
Önce depo gibi bir yere gittik, tabi depo olunca her şey kocaman kocaman
paketlerde. Zeytini, salçası, turşusu, canım Eyüp Sabri Tuncer kolonyası, hiç
bir tatilde yanımdan ayıramadığım, kafamı onunla yıkamasam saçlarımın
yıkandığına bir türlü ikna olmadığım yeşil zeytinyağlı sabunlar, reçeller, pekmezler,
tahinler derken doldurdukça doldurduk. Marketi üçüncü kez tavaf ediyorduk ki
Mavi ‘anneee o müzik aletlerinden de alalım’ dedi, ne müzik aleti falan derken kafamı
bi kaldırdım, yukarı rafta sazlar, utlar... Hiç bir şeyden eksik kalmamışlar,
kocaman sinilerden, eski tip süt güğümlerine, üzeri desenli tahta kaşıklardan, Adana dürüm yapmak için kullanılan uzun şişlere kadar memleketi aratmayacak her
türlü ürün mevcut. Sen gel dünyanın öbür ucuna, hadi çaydanlığı cezveyi anladım
da kim kullanıyor allah aşkına güğümü burada bu devirde? Bu nasıl bir kültüre,
geçmişe, alışkanlıklara bağlılıktır.
Oradan başka bir Türk bakkalına gittik, bizim sırt çantaları ağzına
kadar dolu, Mavi’nin bebek arabasının altına üstüne tepeleme eşya yığılmış,
tekerlekler artık ağırlıktan birbirinden ayrılmış, Mavi kalkınca araba
devriliyor dengesizlikten, o derece, ancak Mavi oturunca dengeliyoruz.
Bakkaldan da eksik kalan şeyleri tamamladık. Ayrıca köşedeki bir dükkanda
Türkiye’de yayında olan popüler dizileri, Kurt Seyit olsun Survivor olsun hafta
hafta indirip CDlerde satan amcalar da gözümüzden kaçmadı. Bir anda ortam
değişti, terlikli amcalar, nazar boncukları, nargileler, seccadeler, Angaranın
bağları, büklüm büklüm yolları derken etraf dönmeye başladı, sanki zaman
makinesine binmişiz gibi...
Kendimizi bakkaldan kurtardıktan sonra hadi dedik madem geldik buralara,
bir de Türk yemeği yiyelim, girdik bir restorana, 1978’den beri hizmet
veriyormuş. Yorgunluğun verdiği dalgınlıkla önce ortamın farkına pek varmadık, sonraları
yavaş yavaş çevremize bakmaya başladık ki duvarlarda gerçekten de 1978’den
kalma Türkiye posterleri –hani şu genelde mavi rengin hakim olduğu turizm
bakanlığınınkilerden bozma-, anlamsız süsler püsler, suratsız çekik gözlü garsonlar, ne alakaysa. Bir an Çağrı’yla
göz göze geldik, dünyanın Melbourne gibi büyük bir dizayn şehrinde nasıl
böylesi zevksiz bir mekan açmayı başarabilmişler acaba diye. Et güzeldi ne
yalan söyleyeyim, ama gelmişsin buralara neticede ülkeni temsil ediyorsun, onun
kültüründen besleniyorsun, hadi ekmeğe kişi başı bir fiyat kesiyorsun anladık
da çaya da para alma be birader. Çoğu uzak doğu lokantasında, yeşil çay
restoranın yerine ve kalitesine bağlı olarak demlikte, bardakta ya da termosta
geliyor ikram olarak. Tamam anladık bu ülkede her şey para ama ülkeni bu kadar kötü
temsil etmek zorunda mısın. Ben gittiğim hiç bir ülkede çay ikram eden bir Türk
lokantasına rastlamadım daha.
Karnımız tok bir şekilde lokantadan ayrıldık. Sokaklarda metronun yerini
ararken Çağrı ayakkabısını bağlamak için bir saniyeliğine eğildi ve eğilmesiyle çantadan
Tamek zeytinyağlı sarma konservesinin yola yuvarlanıvermesi bir oldu. Sazlar,
güğümler, çinli Türk lokantası garsonları derken bu da günün son absürdlüğü
oldu ve beni tabi ki kriz tuttu, Tamek sarma yuvarlanıyor, insanlar bakıyor, Çağrı
panik, Mavi bağırıyor, arabalar ezecek, derken neyse ki kurtardık sarmamızı.
Yorumlar