10 GUNDE FIJI SEYAHATI
Hem deliler gibi oradan
oraya bu kadar çok yer değiştirdiğim, hem de bu kadar yaydırdığım bir tatil
olmamıştı!
Aslında her şey
Bali’deki yanardağın son dakka insanları evinden ve yurdundan edecek derecede
patlamasıyla başladı ve uçak şirketi biletimizi Fiji’ye değiştirdi.
Avustralya’da yaşamanın güzelliklerinden biri de bu şüphesiz. Ver elini Pasifik:)
Durun hepsini
anlatacağım, siz çayı demli tutun:)
Öncelikle
söylemeliyim ki o filmlerde gördüğünüz sizi şarkılar türküler eşliğinde
boynunuza çiçekler takarak karşılayıp uğurlayan yerliler var ya, işte onlar
gerçek! Bi kere hava limanına iner inmez bizi kulaklarının arkasındaki kırmızı
‘hibiscus’ları, ellerinde ukulele ve gitarlarıyla şarkılar eşliğinde yerliler
karşıladı, yanlış anlaşılmasın sadece bizi değil tüm uçağı!
Bir gece ana kıta
Viti Levu’daki uçağımızın indiği Nadi şehrinde kaldıktan sonra ertesi gün
katamaranla ilk adamıza doğru yola çıktık.
Teknenin üzerinde
masmavi gökyüzü, yemyeşil –ama her noktası tepeleme yemyeşil- adalar ve turkuaz
sular üçlemesiyle ağzımız hayranlıktan açık kalmış, gördüğüm güzelliği fotoğraf
makinesi karesine sığdıramadığım anlardan birini yaşıyordum ki kocaman dönüp
‘vay be.. dünyanın bi tarafı ne kadar da güzelmiş’ dedim. Ç. beni düzeltti: ‘Dünyanın
BU tarafı güzel Yasemin!’
İLK DURAK
İlk durağımız meşhur Yasawa Adalarından biri olan
Matacawalevu. Mekan Waitu Basecamp.
Yaklaşık beş saat süren uzun bir deniz yolculuğu sonucunda vardığımız mekanda bizi yine sahilde gitar eşliğinde şarkılar söyleyerek karşıladılar. Hava, su, hayat, her şey ılımandı burada. Geceleri zifiri karanlıkta elimizde el lambamız ufak bir patikadan çıkarak ulaştığımız bir milyon tane yıldızın altında bir bungalovda kaldık.
Mekanı işleten
aile ertesi gün bizi ve kalan birkaç başka turisti tekneyle Brooke Shields
ablamızın oynadığı Blue Lagoon filminin çekildiği adaya götürüp bıraktı. Günü
orada geçirdik. Böyle bir su, böyle bir su altı yok. Bir lokma ekmek
atıyorsunuz, binlerce rengarenk balık bitiveriyor dibinizde. İnsanın çıkası
gelmiyor denizden. İki gece kaldığımız bu yerden yine veda şarkıları eşliğinde
ayrılıyoruz. Fiji tatilinin arka fonu sürekli bir yerel canlı müzik zaten…
Erkekler hala avcı ve toplayıcı modda oldukları için vücutlar bizim Aussie sörfçülerinden daha iyi, gram yağ yok adamlarda, her yer kas. Kadınlarsa daha etine dolgun, çamaşır bulaşıkla ilgileniyorlar. Yemek ise komünal bir şekilde yapılıyor. Bahçede içine dizi dizi taşlar dizilmiş kocaman bir çukur var, büyük bir ateş yakılıyor ve balık, tavuk, et, domuz hepsi ayrı ayrı muz ve palmiye yapraklarına sarılarak burada üstü örtülü bir şekilde yavaş yavaş pişiriliyor. Herkes bir işin ucundan tutuyor, iş olmayınca da ailecek voleybol oynuyorlar…
İKİNCİ DURAK
İkinci geldiğimiz
ada Wayalailai Island – Naqalia Lodge. Burası da yine ilki gibi yerel bir
ailenin işlettiği küçük bir mekan. Gelen turist yaş ortalaması 23-24, genç
çiftler. Adanın hemen önü mercanlarla dolu, su gözlüğünüzü kapıp denize
koşmanız yeterli.
Mekan işleticisi
aile bayağı kalabalık, kardeşler kuzenler… Bizi buraya getiren büyük tekne tek
tek otellere yanaşamadığı için, her otel sahibi kendi ufak teknesiyle gelip
insanları katamarandan topluyor. Bizi ailenin genç bireylerinden biri
karşılıyor. Bu genci daha sonra adada turist bir İngiliz kızla akşam ateşin
başında görüyoruz. Bu sahil kenarında yaşayan yerli erkekle mekanı ziyaret eden
batılı kız ilişkisi sanırım dünyanın her yerinde aynı:)
Akşam dediler ki
‘Kava seremonisi’ var. Hadi dedik, katılalım. Bahçede bir hasır üzerine oradaki
aileyle birlikte karşılıklı oturduk. Ailenin reisinin önünde kocaman bir kova,
içinde de hazırladıkları ‘kava’. Kava dediğim, bir bitkinin kökü, içilen şey de
bunun suya karıştırılıp ovuşturulması ile elde ediliyor. Yerlilerin bir araya
gelip her akşam çay misali içtikleri bu içecek biraz uyku vermesi ile ünlü,
hatta uyku ilacı yapımında da kullanılıyormuş. Kaptaki içeceği elleriyle
ovuşturarak yapmaları, aynı hindistan cevizi kabını kovaya tekrar tekrar
daldırarak herkese aynı kaptan içirtmeleri, içeceğin renginin çamura benzemesi
ve tadının da bir şeye benzememesi dışında (:=) seremoni enteresandı.
İçmeden önce
ellerini üç kere çırpacak, sana sunulan kabı alacak ve sonuna kadar içecek, içtikten
sonra da ellerini bir kere çırpacaksın. Racon
bu! Sana sunulanı her seferinde içmek zorunda değilsin, ama ilk seferini kabul
etmezsen biraz saygısızlıkmış. Şimdi bu seremoniyi ana kıtada kalanlara da bir
turistik gösteri olarak sunuyorlar, ancak biz burada yerli ailenin göbeğinde
bire bir gerçeğine şahit olduk. Gel de o koca zenciye ‘yok ben içmicem’ de.
İçtik valla!
Sonra da dediler
ki, bu akşam balık ve salata var, ama ellerimizle yiyeceğiz, çatal bıçak yok,
haydaaa, niye? Büyüklerimizi ve atalarımızı anmak için, hem yemeğin tadı böyle
daha iyi çıkıyor! Eyvallah, ben balığa zaten elle dalan bi insanım ama o Avrupalıları
görmeliydiniz!
Ç. tabi işin
şakasında, benim Avustralyalı bacılarıma elleriyle salata yedirdiler filan diye
dalga geçme modunda. Ulan diyoruz, üstüne para veriyoruz, şu çektiğimiz çileye bak,
önce çamuru içirdiler, sonar elle salata yerdirdiler:)
ÜÇÜCÜ DURAK
Son adamız,
çevresini 10 dakikada yürüyebileceğiniz kadar küçük bir ada: Beachcomber
Island.
Adaya ayağınızı
attığınız an terlik ayakkabı her şeyi çıkarabilir, tüm tatil yalın ayak gezebilirsiniz.
Resort zaten sahilde, otelin barı, restoranı, bungalova kadar her yer kum
çünkü. Burası da yine ‘backpacker’ların mekanlarından biri. Adanın bi tarafına
bakan tarafı yurt tipi odalarda kalan ve gece geç vakte kadar parti yapan
gençlerin, diğer tarafıysa ağaçların altında okyanusun sesini dinleyerek
verandasında sakince oturan ailelerin takıldığı bir mekan. Biz her yerdeydik:)
Bizimle beraber
Avustralya’dan lise sonu partisi yapmaya gelen ve ‘Schoolies’ denen yirmi otuz
kadar genç de vardı. Vay be dedim. Bizim bu yaştayken yaptığımız en büyük
çılgınlık Datça’da Kale Disco’ya gitmek, gece en geç 1’de dönmek, dönüş yolunda
da denize girmekti. Aussie gençler lise mezuniyetinde Fiji adasına geliyor!
Ertesi gün aileyle
beraber karşı adaya pikniğe gittik. Gençlerden biri bir iki saat dalıp uzun
zıpkınıyla rengarenk balıklar tuttu, pişirip onları yedik. Mis! Sonra bi
‘snorkelling’ yaptık, öyle bir iki balık değil ha, önüm arkam sağım solum her
yanım irili ufaklı küçüğü parmağımın ucu, büyüğü belki kolum kadar rengarenk
tropikal balıkların arasında yüzdük. Bu sadece gözlük ve bir aptal nefes alma
borusuyla yüzeyden görebildiklerimiz, bir de dalsak kim bilir neler göreceğiz? Belki
bir gün…
SON DURAK
Ve sonunda Yasawa
ve Mamanuca adalarını geride bırakarak ana adaya geri dönüyoruz. Dönüş uçağına
daha iki gün var. Bu sefer bir köprüyle geçilen Denarau adasında büyük beş
yıldızlı bir resortta kalacağız. Yan ‘sister’ resortların bahçelerine havuzlarına
da girmek serbest. Diğer adalardaki nispeten daha ilkel koşullardaki odalardan
sonra buralar tabi ki çok konforlu. Fark ediyoruz ki genelde çocuklu aileler
burada takılıyor. Ancak allahın Fiji’sinde neden havuza girersin ki? O da ayrı
bi soru tabi.
En son da
fiyatlarla ilgili bir bilgi vereyim. Bu ülkedeki alım gücüne göre kat kat ne
kadar da çok paralar harcadığımızı Nadi’dedi lokal pazara gittiğimde dehşetle
görüyorum. Sebze, meyve, balık, her şey inanılmaz ucuz…
SONSÖZ
Turkuvaz sular
arasındaki birbirinden yeşil adacığın koylarına konuşlanmış resortları
gördükçe, tabi ki bir Türk olarak kaç paradır lan acaba şu ada, tepeye bi solar
panel attın mıydı, yılın her günü turizm var, dizi dizi bungalovları da koyduk
muydu hemen turizm işine soyunduk ve olur bu iş ya hesabı yaptık:)
Ç. açtığı
resortla da yetinmeyip, Türkiye’den de getiricen bi pide ustası, kurucan taş
fırınını, yerel tatlar öğreticen mesela tropik pide yapıcan ananaslı, muzlu,
mangolu diyerek menüyü bile hazırladı. Bu çeşidin adı ‘Tropide’ olacakmış! Bir
de tropikal türlü tarifi var. Hindistan cevizi suyunda, ananas, tavuk, ıspanak.
Bunun adı da ‘Trotür’ olacakmış. Kocam işi kurdu bile!
Fiji, seni
özleyeceğim !
Birbirinden şahane tüm fotoğrafları görmek için Facebook sayfama da beklerim:
Yorumlar