Volunteer’lik ve Anglosakson Yabancılasması
Şimdi bu işleri nasıl pazarladıklarına bir
bakalım: Birilerine yardım etmenin keyfini tatmak istemez misiniz? Gönüllü
olmak insanlarla sosyal bir bağ kurmaktır, tadını çıkartın. İçinde yaşadığınız
topluma bir katkınız olsun. Yeni beceriler, değerli deneyimler edinin, vs. vs.
Linkedin bile geçenlerde ‘volunteer’ kısmı
açmış sayfasında, oturdum düşündüm, çıktıkça çıktı, meğer bir ton volunteer iş
yapıp aslında farkına varmamışım ve tabi ki bunları da ‘iş’ diye Linkedin’e
koyma gereği duymamışım. Hatta özel sektörde çalışırken ödemesini alamadığımız
tasarımları da düşünürsem baya bi gönüllü iş yapmışım diyebilirim. Arkadaş
tayfasına yaptığım işleri saymıyorum bile, çünkü lafı olmaz; ancak bunun gibi
ülkelerde oluyor.
Bu konuyu geri dönmek üzere bir kenara
bırakalım. Dün gece saat 12 sularında kuş uçmaz kervan geçmez ‘suburb’ümüzün
zifiri karanlık sokağındaki evimizin arka bahçesinde mumlarımızı yakmış
şarabımızı içiyorduk ki kendi nefesimizi duyduğumuz sessizliğin içinde içeriden
bangır bangır bir ses geldi. Hemen koştuk tabi, ben çocuğa, Çağrı kapıya.
Baktım Mavi mışıl mışıl uyuyor, tam ‘bi problem yok’ diye bağıracaktım ki,
kapıyı açan Çağrı’nın sesi dehşetle koridorda yankılandı: ‘WHO ARE YOUUU?’
(Buraya bir parantez açmam gerek ki sokağımızdan gündüz bile tek tük bir
insanın geçtiğini, tüm sokakların kocaman ağaçlı ve geceleri de deli gibi
karanlık olduğunu, akşam 5 dedin mi herkesin evine kapanıp penceresini
perdesini sıkı sıkı kapadığını, ve o saatten sonra sokakta yaşayan tek canlının
possumlar olduğunu söylemeliyim ki anlayın neden kızı kapıda görünce ölesiye
şaşırdığımızı). Şaşkınlığımız geçince, çekik gözlü, kısa boylu, kumral saçlı
genç kızı dinlemeye başladık. Anlattığına göre sarhoşmuş –zaten anlatmasına gerek
yoktu, cümlelerinin sonu gelmiyordu bir türlü-, sokaklarda dolanırken
kaybolmuş, hava kararmış, yolunu bulamamış ve telefonunun da şarjı bitmiş.
İnanması çok güç değil, çünkü hava karardı mı tüm karanlık sokaklar birbirine
benziyor, mahalle aralarında bakkal çakkal olmadığını da söylememe gerek yok
sanırım. Bizden onu evine bırakmamızı rica etti. Şimdi öyle kritik bi nokta ki,
vakit gecenin bi körü, kız kim belli değil, dışarı çıksan köşeden birileri sana
saldıracak mı onun garantisi yok, ama gencecik sarhoş bir kıza da ‘hadi kızım
başka kapıya’ diye kapıyı da örtemedik. Uzun lafın kısası, arabamız yok dedik,
-yalan değil, yok-, taksi çağıralım dedik pek istemedi, aileni arayalım dedik
onu hiç istemedi, seni istasyona bırakalım oradan git dedik, ona pek bi
sevindi. Çağrı şöyle bi baktı bana, güvenebilir miyiz bakışı attı, kafamı
yavaşça eğerek onayladım, bi problem yok hadi git dercesine, sonra çıktı kızı
tren istasyonuna bıraktı, döndü, zaten bir durak ilerideymiş evi. Oradan
bulabilir misin diye sormuş evini, bulurum demiş. İyi ki bizim kapımızı çaldı
diye düşündüm; bir ufak selam sabahı bile bize çok gören bayan Ramses kılıklı
karşı komşumuza gitse günahını bile vermezdi eminim.
Bugün bu durumu uzun yıllardır burada yaşayan
bir Türk arkadaşa anlatınca, kız bugün polise gidip ‘ben gece sarhoşken
bunların kapısını çaldım, bu adam da beni istasyona götürme ayağına benden
yaralanmaya kalktı’ dese ona inanırlar, size değil dedi. Açıkçası, Çağrı dışarı
çıkınca dışarıda bekleyen bir sapık aklıma geldi de, böyle bir şey hiç aklımdan
geçmemişti. Batı toplumunun incelikleri :) Birine yardım etmeden önce bin kere
düşüneceksin.
Dönelim tekrar gönüllülük meselesine.
Şimdi her şey yerli yerine oturuyor. Sen önce
kurallarla yasalarla insanları birbirinden korkar hale getir, birbirlerine
yardım etmekten çekinir bir ruh haline sok, iş yerinde bile ‘aman yanlış
anlaşılmasın, maazallah ‘sexual harrashment’ yaptı demesinler diye iş
arkadaşına N’aber demeye çekinen, her biri yalnız başına ölen bireylerden
oluşan bir toplum yarat. Sonra da ‘volunteer’ adı altında toplumda açtığın bu
yarayı kapatmaya uğraş!
Neticede yaşlıların birbirlerine gidip
gelmedikleri ve bu nedenle yalnızlıktan ölmesinler diye belediyelerin ‘Crochet’
öğleden sonraları düzenlediği bir kültürden bahsediyoruz. 1 dolar bağışta
bulunun, gelin tığ işi öğrenin, birbirinizle motif değiş tokuşu yapın, çaylar
kahveler de şirketten. Komşuluk ilişkisi yok, çaya davet yok, altın günü yok,
ben sana geldim, sıra şimdi sende yok. Kek, poğaça, börek çörek zaten yok. Senden
de ‘volunteer’ olarak bu gruplara gelip bir iki örgü motifi öğretmeni
bekliyorlar.
Tabi ki özünde gönüllülüğe karşı falan
değilim, yanlış anlaşılmasın, hatta bunun küçük yaştan itibaren kazandırılması
gereken iyi bir davranış biçimi olduğunu savunuyorum. Ancak ‘nasıl’ sorusunu
irdelemek lazım, böyle mi?
Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de gönüllü
olarak çalışan insan sayısı diğer toplumlara göre azmış. Neye göre? Acaba iş
yerlerinde aylarca ücretsiz çalıştırılan insanları ya da mesai adı altında gece
yarıları işten çıkanları saydılar mı? Hangimiz çalıştığımız şirketler için bu
zorunlu gönüllülüğü yapmadık ki? Ya da rahatsız babasına bakan, tansiyonu
fırlayan yaşlı annesini koşup hastaneye taşıyan, komşunun çocuğuna göz kulak
olan, yaşlı teyzenin pazar poşetlerini taşıyan, üniversitedeki arkadaşına ders
çalıştıran, sokak kedilerine yem bırakan, kimsesiz köpeklere kemik sağlayan,
ölenin ardından tüm apartmana helva yapıp dağıtan kişi gönüllü değil de ne? Bir
ev hanımının tüm arkadaş grubunu evine davet edip poğaçasından böreğine,
kısırından dolmasına mükellef bir sofra hazırlayıp her daim çayını demli
tutması gönüllülük değil mi?
Araştırmada, bir çok insan gönüllülük faaliyetlerine katılacak maddi olanakları olmadığını
belirtmiş. Çünkü ‘gönüllülük’, bizde hali vakti yerinde olanların network
amacıyla bir araya geldiği bir takım janjanlı derneklerin adı
altında oraya buraya yapılan maddi bağışlar olarak
algılanıyor ne yazık ki.
Hayır şimdi bu altın günlerini, sivil
toplum örgütleri ya da özel dernekler düzenliyor olsaydı, bizim ev hanımlarının
yaptıkları gönüllülük olacaktı da şimdi mi olmuyor? İlla adını mı koymamız gerek, özgeçmişimize mi yazmamız gerek?
Doğruya doğru, bu işte kurumsallaşamadığımız
kesin, ancak bu toplum olarak hiç gönüllü iş yapmadığımız anlamına gelmiyor ki.
Farkında bile değiliz yaptıklarımızın. Çünkü biz annemiz babamız hastalanırsa
onlara ‘volunteer’ bakarız, komşumuz seyahate çıkarsa bahçesini ‘volunteer’
sularız, yaşlılara otobüste ‘volunteer’ yer veririz, hadi toplumsal sosyal
güncel konuları geçtim. Türkiye’de doktorsan yedi sülalen arar, kendi
hastalığını sorar, ilaç ister, fikir alır, hepsi bedavadan gönüllü, avukat
arkadaşın varsa açarsın bir telefon danışırsın, gönüllü anlatır, gocunmaz bile,
ulan mimar arkadaşımız ‘volunteer’ ev çizdi bize, daha ne. Zaten mezun olup ilk
işe başladığında sana öyle bi para verirler ki, kirana bile yetmez, bir kaç yıl
‘volunteer’ çalışırsın. Şimdi kimse gelip de Türkiye’de gönüllülük azmış
demesin.
Yorumlar