Volunteer’lik ve Anglosakson Yabancılasması

Uzun zamandır bu ülkedeki ‘volunteer’lık meselesini düşünüyorum. Burada iş başvurusu ya da üniversite başvurusu yaparken ‘volunteer’ (gönüllü) hizmet yapıp yapmadığın, tıpkı çoğu Batı ülkesindeki gibi çok önemli. Kariyer sitelerinde genelde işler ikiye ayrılıyor, paralı işler, ve gönüllü işler; o kadar da çok var. Bu işler yaşlılara yardımdan, mahalledeki parkın çimlerinin biçilmesine, bir kamu alanının temizliğinden, müzik festivalinde yer göstericiliğe kadar geniş spektrumlu bir takım işler. Tabi ki, durumdan istifade etmeye çalışan bir ton şirketin beleşe adam çalıştırmasına olanak sağlayan bir sistemi desteklese de; köpekbalıklarını yemlemek, yaşlılara el masajı yapmak ya da  ameliyat öncesi bekleme odasındaki hastalara moral desteği olmak gibi enteresan pozisyonlar da yok değil. Tüm bu gönüllülük olayının altında yatan amaç, özünde içinde yaşadığımız topluma faydalı olmak. Buraya kadar eyvallah.

Şimdi bu işleri nasıl pazarladıklarına bir bakalım: Birilerine yardım etmenin keyfini tatmak istemez misiniz? Gönüllü olmak insanlarla sosyal bir bağ kurmaktır, tadını çıkartın. İçinde yaşadığınız topluma bir katkınız olsun. Yeni beceriler, değerli deneyimler edinin, vs. vs.


Linkedin bile geçenlerde ‘volunteer’ kısmı açmış sayfasında, oturdum düşündüm, çıktıkça çıktı, meğer bir ton volunteer iş yapıp aslında farkına varmamışım ve tabi ki bunları da ‘iş’ diye Linkedin’e koyma gereği duymamışım. Hatta özel sektörde çalışırken ödemesini alamadığımız tasarımları da düşünürsem baya bi gönüllü iş yapmışım diyebilirim. Arkadaş tayfasına yaptığım işleri saymıyorum bile, çünkü lafı olmaz; ancak bunun gibi ülkelerde oluyor.

Bu konuyu geri dönmek üzere bir kenara bırakalım. Dün gece saat 12 sularında kuş uçmaz kervan geçmez ‘suburb’ümüzün zifiri karanlık sokağındaki evimizin arka bahçesinde mumlarımızı yakmış şarabımızı içiyorduk ki kendi nefesimizi duyduğumuz sessizliğin içinde içeriden bangır bangır bir ses geldi. Hemen koştuk tabi, ben çocuğa, Çağrı kapıya. Baktım Mavi mışıl mışıl uyuyor, tam ‘bi problem yok’ diye bağıracaktım ki, kapıyı açan Çağrı’nın sesi dehşetle koridorda yankılandı: ‘WHO ARE YOUUU?’ (Buraya bir parantez açmam gerek ki sokağımızdan gündüz bile tek tük bir insanın geçtiğini, tüm sokakların kocaman ağaçlı ve geceleri de deli gibi karanlık olduğunu, akşam 5 dedin mi herkesin evine kapanıp penceresini perdesini sıkı sıkı kapadığını, ve o saatten sonra sokakta yaşayan tek canlının possumlar olduğunu söylemeliyim ki anlayın neden kızı kapıda görünce ölesiye şaşırdığımızı). Şaşkınlığımız geçince, çekik gözlü, kısa boylu, kumral saçlı genç kızı dinlemeye başladık. Anlattığına göre sarhoşmuş –zaten anlatmasına gerek yoktu, cümlelerinin sonu gelmiyordu bir türlü-, sokaklarda dolanırken kaybolmuş, hava kararmış, yolunu bulamamış ve telefonunun da şarjı bitmiş. İnanması çok güç değil, çünkü hava karardı mı tüm karanlık sokaklar birbirine benziyor, mahalle aralarında bakkal çakkal olmadığını da söylememe gerek yok sanırım. Bizden onu evine bırakmamızı rica etti. Şimdi öyle kritik bi nokta ki, vakit gecenin bi körü, kız kim belli değil, dışarı çıksan köşeden birileri sana saldıracak mı onun garantisi yok, ama gencecik sarhoş bir kıza da ‘hadi kızım başka kapıya’ diye kapıyı da örtemedik. Uzun lafın kısası, arabamız yok dedik, -yalan değil, yok-, taksi çağıralım dedik pek istemedi, aileni arayalım dedik onu hiç istemedi, seni istasyona bırakalım oradan git dedik, ona pek bi sevindi. Çağrı şöyle bi baktı bana, güvenebilir miyiz bakışı attı, kafamı yavaşça eğerek onayladım, bi problem yok hadi git dercesine, sonra çıktı kızı tren istasyonuna bıraktı, döndü, zaten bir durak ilerideymiş evi. Oradan bulabilir misin diye sormuş evini, bulurum demiş. İyi ki bizim kapımızı çaldı diye düşündüm; bir ufak selam sabahı bile bize çok gören bayan Ramses kılıklı karşı komşumuza gitse günahını bile vermezdi eminim.

Bugün bu durumu uzun yıllardır burada yaşayan bir Türk arkadaşa anlatınca, kız bugün polise gidip ‘ben gece sarhoşken bunların kapısını çaldım, bu adam da beni istasyona götürme ayağına benden yaralanmaya kalktı’ dese ona inanırlar, size değil dedi. Açıkçası, Çağrı dışarı çıkınca dışarıda bekleyen bir sapık aklıma geldi de, böyle bir şey hiç aklımdan geçmemişti. Batı toplumunun incelikleri :) Birine yardım etmeden önce bin kere düşüneceksin.

Dönelim tekrar gönüllülük meselesine.

Şimdi her şey yerli yerine oturuyor. Sen önce kurallarla yasalarla insanları birbirinden korkar hale getir, birbirlerine yardım etmekten çekinir bir ruh haline sok, iş yerinde bile ‘aman yanlış anlaşılmasın, maazallah ‘sexual harrashment’ yaptı demesinler diye iş arkadaşına N’aber demeye çekinen, her biri yalnız başına ölen bireylerden oluşan bir toplum yarat. Sonra da ‘volunteer’ adı altında toplumda açtığın bu yarayı kapatmaya uğraş!

Neticede yaşlıların birbirlerine gidip gelmedikleri ve bu nedenle yalnızlıktan ölmesinler diye belediyelerin ‘Crochet’ öğleden sonraları düzenlediği bir kültürden bahsediyoruz. 1 dolar bağışta bulunun, gelin tığ işi öğrenin, birbirinizle motif değiş tokuşu yapın, çaylar kahveler de şirketten. Komşuluk ilişkisi yok, çaya davet yok, altın günü yok, ben sana geldim, sıra şimdi sende yok. Kek, poğaça, börek çörek zaten yok. Senden de ‘volunteer’ olarak bu gruplara gelip bir iki örgü motifi öğretmeni bekliyorlar.

Tabi ki özünde gönüllülüğe karşı falan değilim, yanlış anlaşılmasın, hatta bunun küçük yaştan itibaren kazandırılması gereken iyi bir davranış biçimi olduğunu savunuyorum. Ancak ‘nasıl’ sorusunu irdelemek lazım, böyle mi?

Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de gönüllü olarak çalışan insan sayısı diğer toplumlara göre azmış. Neye göre? Acaba iş yerlerinde aylarca ücretsiz çalıştırılan insanları ya da mesai adı altında gece yarıları işten çıkanları saydılar mı? Hangimiz çalıştığımız şirketler için bu zorunlu gönüllülüğü yapmadık ki? Ya da rahatsız babasına bakan, tansiyonu fırlayan yaşlı annesini koşup hastaneye taşıyan, komşunun çocuğuna göz kulak olan, yaşlı teyzenin pazar poşetlerini taşıyan, üniversitedeki arkadaşına ders çalıştıran, sokak kedilerine yem bırakan, kimsesiz köpeklere kemik sağlayan, ölenin ardından tüm apartmana helva yapıp dağıtan kişi gönüllü değil de ne? Bir ev hanımının tüm arkadaş grubunu evine davet edip poğaçasından böreğine, kısırından dolmasına mükellef bir sofra hazırlayıp her daim çayını demli tutması gönüllülük değil mi?

Araştırmada, bir çok insan gönüllülük faaliyetlerine katılacak maddi olanakları olmadığını belirtmiş. Çünkü ‘gönüllülük’, bizde hali vakti yerinde olanların network amacıyla bir araya geldiği bir takım janjanlı derneklerin adı altında oraya buraya yapılan maddi bağışlar olarak algılanıyor ne yazık ki.

Hayır şimdi bu altın günlerini, sivil toplum örgütleri ya da özel dernekler düzenliyor olsaydı, bizim ev hanımlarının yaptıkları gönüllülük olacaktı da şimdi mi olmuyor? İlla adını mı koymamız gerek, özgeçmişimize mi yazmamız gerek?


Doğruya doğru, bu işte kurumsallaşamadığımız kesin, ancak bu toplum olarak hiç gönüllü iş yapmadığımız anlamına gelmiyor ki. Farkında bile değiliz yaptıklarımızın. Çünkü biz annemiz babamız hastalanırsa onlara ‘volunteer’ bakarız, komşumuz seyahate çıkarsa bahçesini ‘volunteer’ sularız, yaşlılara otobüste ‘volunteer’ yer veririz, hadi toplumsal sosyal güncel konuları geçtim. Türkiye’de doktorsan yedi sülalen arar, kendi hastalığını sorar, ilaç ister, fikir alır, hepsi bedavadan gönüllü, avukat arkadaşın varsa açarsın bir telefon danışırsın, gönüllü anlatır, gocunmaz bile, ulan mimar arkadaşımız ‘volunteer’ ev çizdi bize, daha ne. Zaten mezun olup ilk işe başladığında sana öyle bi para verirler ki, kirana bile yetmez, bir kaç yıl ‘volunteer’ çalışırsın. Şimdi kimse gelip de Türkiye’de gönüllülük azmış demesin.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Her şeyi çok güzel anlatmışsın Yasemin hocam. Doğru söze ne denir? Kapitalizm böyle bir şey işte. Ben yine de Anadolu usulü "volunteer" olmayı yeğlerim. Selam ve sevgiler
adem dedi ki…
Super ozetlemissin Yasemin :)

En çok okunanlar

Isim Konusu

KIRKINI ÇIKARDINIZ MI?

Melbourne Gerçekleri Volume 1

Melbourne Gerçekleri Volume 2

Kültürel Kodlar

Yarra Valley Wineries / Şarabımızı nerde tatsak?

Ayakkabılarınızı mı çıkarırsınız, galoş mu alırsınız?

AVUSTRALYA GÖÇMENLIK BASVURUSU

Türkiye Tatili Sonrası Avustralya’ya Dönüş

Turuncu Balık