4 yıl öncesinin "küçük yol defteri"
....Zaman geçmiyor.
Bu satırları yazdığım defteri de az önce kantinden aldım. Sırf okulda canım sıkılmasın , yazı yazayım diye aldım. Tarih: 13 Mayıs 2002...
....Ne kadar yazarsam yazayım zaman geçmek bilmiyor. Hava da soğuyor yavaştan. Keşke üşenmeyip alsaydım deri ceketimi. Ama daha adımımı apartmanın dış kapısından yeni atmışken söyledim bunu, keşke alsaymışım. Ama bunu söyleyene kadar kapıcının yanından geçmiş bulundum. O da tam o sırada yerde bir işle uğraşıyordu. Ben geçerken durdu, düzeldi ve geçmemi bekledi. Ben de geri dönüp onun önünden bir daha geçmek istemediğim için yukarı çıkıp almadım ceketi. Belki arka taraftan dolanıp adamın önünden tekrar geçmeden de ulaşabilirdim çıktığım kapıya, ama buna da üşendim işin aslı. Montu almak için dolanmaya değil, kapıcının önünden geçmemek için dolanmaya üşendim.
Şimdi de çişimi yapmak için aşağı kata inip çıkmaya değil, eteğimi kaldırıp kilotlu çorabımı indirmeye ve hiçbiryere değmemeye dikkat etmeye üşeniyorum....
...Bazen keşke sigara içseydim diyorum. O zaman boş oturuyor gibi görünmüyor insan. Sigara içerek bir eylem gerçekleştiriyorsun...
....Saat 4.25 oldu ve derse girecek kimse gelmedi. Hocanın geçtiğini gördüm, bir sınıfa girdi, içeride birileri vardı ama bizimkiler miydi göremedim. Kalkıp karşıya geçmeye üşendiğimden değil, kapıyı açınca tüm sınıfın bana bakmasından ve yanlış sınıfsa kapıyı geri kapatacak olmanın verdiği rahatsızlıktan kalkıp bakmıyorum.....
...Saat akşamın 10’u. Kızılay’a iniyorum. Dolmuşun arka koltuğunda oturmaktayım. Parayı vermediğimden adamla gözgöze gelmemek için oyalanıyorum. Yazı yazıyorum....
...Şu an evde tuvaletteyim. Saat birbuçuk gibi, gece. Günlerden Pazar. İki gündür sürtüyorum. Az önce raynoda tuvaletin sectionlarını ve ortografiklerini tamamladım. Yarın da Sinan’a gidip çizimi son haline getireceğim. Sabah 8 de kalksam, 9 da ordayım. 10,11,12. Üç saatim var. Rahat rahat yetişir. Bilgisayar Cdye çekerken biz de kahvaltı yaparız. Onunkisi biraz uzun zamanda çekiyor da.....
...Dakka bir, gol bir. İstanbul’a daha yeni ayak bastım. Haydarpaşa, vapur, Karaköy, Bankacılar Sokağı, Beyoğlu ve Taksim, Sütaştayım. Saat sabahın 9’u ve ben bol tarçınlı tavuk göğsümü bekliyorum...Geldi, ama tarçını az... bekliyorum. Yememeliyim tavuk göğsünü. Ama ketçabı beklemeye dayanamayıp patates kızartmalarını yemek gibi bir şey bu da. Neyse ki tarçınım geldi ve dalıyorum....
...Mezuniyet etkinliği Antalya yöresi tarafları tatilinden dönüş yolculuğu. 18 Haziran 2002. saat 11.30. 10 milyon. VIB Turizm, umarım ölmeyiz. Önde koridorda olduğumdan arka tarafa geçip birsürü kıronun arasına oturdum. Biri camdaki yansımamla kesişmeye çalışıyor, lavuk. Ben de gözgöze gelmemek için yazıyorum da yazıyorum...yanıyorum, susuyorum, içim yanıyor, çok güneşte kaldık.. Sinan’ın verdiği kitaba da bir türlü adapte olamadım. Bazen olmayınca olmuyor işte...
...İlk İzmir izlenimleri
11.Temmuz.2002
Yer: Otogar (Bornova servisi içi)
Saat: 14.29
Bir sevimsizlik. Daha adımımı şehre ilk attığımda beni kucaklayan sıcak rüzgar ve herkesin umursamaz tavırları. Hangi servise bineceğimi öğrenmek için takla atmam gerekiyor sanki. Ve şehre iner inmez tüm heybetiyle bize hoş geldin diyen tüm iğrençliğiyle devasa bir gerçeklik ‘ÇİMENTAŞ’. Bu kadar mı sevimsiz görünebilir bir fabrika. Sıkıcı ve çirkin. İnsanın içinde bir yerlere oturuyor, kalıyor, bir daha kalkmıyor sanki. Çimentaş mideme oturdu ve hazmedemiyorum...
...Birgün : Dünkünün ertesi
Yazacak bir şey bulamıyorum. Ne Sinan’dan ne de İzmir’den bahsetmek istiyorum. Ama ikisini de bırakıp gidemiyorum. Koskoca bir salağım ben...
...Metrodayım. Sevgilimden ayrılamıyorum. Neden hep ben onu anlıyorum ki?...
...INs
güneş batışı
alsancak ara sokakları
gazi kadınlar sokağındaki çaycı
bu defter
OUTs
metrodaki “tren bornova istikametine gider” ve “dikkat, kapılar kapanıcak” tekrarları
ucuz sandaletlerimin ayağımı boyaması
konak ara sokakları
manisa kebapçıları
defterin bitiyor olması...
...Bugünün sevdiklerimi:
peşime takılan kıroyu polise şikayet edip ortamdan uzaklaşmam
vapura binmem
süper yemek
deli yağmur ve kordon
şekerci çocuk
IYT deki püfür püfür kantin
yolda uçarak giden dolmuş şöförü
belediye otobüsündeki cep telefonumu kapatmazsam beni döveceğini iddia eden çatlak amca
Bugünün sevmediklerimi:
LES sınav sonuç belgesinin aslını istemeleri ve yanımda olmaması
IYT Makine’nin önündeki korkunç metal borular
öpücük yollayan garson (süper yemek yediğim yerde)
...12.07.2002
İzmir- Kordon
17.30
Bir tane kıroyu, bir sağanak yağmuru, yılışık bir şekerci çocuğu ve fal bakan çingeneleri atlattıktan sonra güneşin bu saatte ve az önce deli gibi yağmur yağmasına rağmen, kavurduğu sıcakta banka oturmuş, ahşaplarını tutan ferforje kılıklı Gaudi’nin çizgilerini anımsatan metal kolluklara bakıyorum. Önümde koca bir körfez, deniz, güneşin yansıması, birbiri ardısıra dizilmiş aynı boydaki İzmir evleri, ne uzun, ne kısa. Denizin toprakla buluştuğu yer yatay bir çizgi oluşturuyor peysajda. O çizginin biraz üstünde de binaların tepelerinin oluşturduğu bir çizgi var. Tekrar yağmur geliyor galiba. Kara bir bulut hızla yaklaşmakta. Elele sevgilileri görüyorum kordon boyu yürüyen, dudak dudağa aşıkları sağımda-solumdaki banklarda. Denizi boşvermiş birbirlerini seyrediyorlar. Belliki birbirlerinin gözlerinden yansıyan maviliğe aşık oluyorlar. Tekrar aşık oluyorlar birbirlerine belki. Tariflenemez bir mutluluk, hüzün ve yalnızlık hissediyorum.
Yaşadığım bu güzel huzuru paylaşacak bir tek defterim var yanımda.
Bu şehir aslında güzel bir şehir, ama evin içinden tadı hiç çıkmıyor ki!...
...Benim en iyi dostum kağıdım, kalemim, onlar da olmasa noolurdu halim...
...Geze geze yorulmak istiyorum. Ne çalışmaktan, ne uyuşukluktan, ne oturmaktan. İçimde hep patlamaya hazır bir enerji topu bombası olduğunu sanırdım. Aslında o çoktan patlamış bile. Azar azar yaşıyorum zaten ben bu enerjiyi. Ve mutluyum. Kendimle mutluyum ben...
...Denize her farklı bakış açısı farklı bir mutluluk, farklı bir heyecan.
Dünya da bunca deniz ve okyanuslarla kaplı olduğuna göre ne çok tadılacak mutluluklar var kimbilir. Eteğim uçuşuyor rüzgarda. Diz kapaklarım bir açılıyor, bir kapanıyır. Dalgaların kumsala gelip gitmesi gibi...
...Çok doydum, hatta bitiremedim yemeği. Biraz daha yürüyüp, göz süzeyim bari. Karnım tok, altım kuru, keyfim yerinde! Sefam bol olsun. İyice saçmalamaya başladım...
...Ben de mi gitsem acaba Polonya’ya?...
...La Sera
Başka bir mekan. Ben İzmir’e taşıdığım en şık kıyafetimi giymişim, oysa İzmir halkı buna alışık olmasa gerek. Korkunç bakışlar altında Kordonun en şık mekanlarından birine oturdum ve bir Efes söyledim. Denize karşı. Bir amca dışarıda kırmızı gül satıyor ama içeri giremiyor, çünkü barı saksılarla çevirmişler. Bense iki saksı arasından süzülüverdim içeriye, herkes kapıdan girerken. Sanırım bu yüzden bu garip bakışlar.
Bayanların neredeyse hepsi sarışın, garsonlar hoş giyimli, papyonlu ve saçlar kısacık.
Az önce tüm masalara mum dağıtıldı. Kutsanma anı gibiydi. Her masaya tek tek, yavaş yavaş, seremonik bir havada.
Karşıda, orta yaşlı, hoş, ejnebi olduğunu tahmin ettiğim, gömlek-kravatlı bir bey oturuyor. Karşı çapraz. O da bira içiyor. Yalnız.
Sevgilimle anlaşamıyoruz. Farklıyız ve paylaşamıyoruz.
Böyle yaşayamıyorum ben, sürekli yarım.
Hayatın tadı yarım.
Ve artık seni istemiyorum.
Neden mi?
Hayatımı benden çalıyorsun.
Sensizliğe dayanamadığımdan artık sensizliği istiyorum.
Bitsin istiyorum.
İzmir’i, Datça’yı, Jamaika’yı, Paris’i her yeri tek yaşayayım istiyorum. Sevgilim yanımda olmadığı için üzülmiyeyim...
...Limandan ayrıldı vapur. Hızla uzaklaşıyor. Etrafta çocuklar koşturuyor ve hafif bir esinti tüm vücudumu yalıyor.
Senden beni kendine aşık ettiğin için, nefret ediyorum.
Bu satırları yazdığım defteri de az önce kantinden aldım. Sırf okulda canım sıkılmasın , yazı yazayım diye aldım. Tarih: 13 Mayıs 2002...
....Ne kadar yazarsam yazayım zaman geçmek bilmiyor. Hava da soğuyor yavaştan. Keşke üşenmeyip alsaydım deri ceketimi. Ama daha adımımı apartmanın dış kapısından yeni atmışken söyledim bunu, keşke alsaymışım. Ama bunu söyleyene kadar kapıcının yanından geçmiş bulundum. O da tam o sırada yerde bir işle uğraşıyordu. Ben geçerken durdu, düzeldi ve geçmemi bekledi. Ben de geri dönüp onun önünden bir daha geçmek istemediğim için yukarı çıkıp almadım ceketi. Belki arka taraftan dolanıp adamın önünden tekrar geçmeden de ulaşabilirdim çıktığım kapıya, ama buna da üşendim işin aslı. Montu almak için dolanmaya değil, kapıcının önünden geçmemek için dolanmaya üşendim.
Şimdi de çişimi yapmak için aşağı kata inip çıkmaya değil, eteğimi kaldırıp kilotlu çorabımı indirmeye ve hiçbiryere değmemeye dikkat etmeye üşeniyorum....
...Bazen keşke sigara içseydim diyorum. O zaman boş oturuyor gibi görünmüyor insan. Sigara içerek bir eylem gerçekleştiriyorsun...
....Saat 4.25 oldu ve derse girecek kimse gelmedi. Hocanın geçtiğini gördüm, bir sınıfa girdi, içeride birileri vardı ama bizimkiler miydi göremedim. Kalkıp karşıya geçmeye üşendiğimden değil, kapıyı açınca tüm sınıfın bana bakmasından ve yanlış sınıfsa kapıyı geri kapatacak olmanın verdiği rahatsızlıktan kalkıp bakmıyorum.....
...Saat akşamın 10’u. Kızılay’a iniyorum. Dolmuşun arka koltuğunda oturmaktayım. Parayı vermediğimden adamla gözgöze gelmemek için oyalanıyorum. Yazı yazıyorum....
...Şu an evde tuvaletteyim. Saat birbuçuk gibi, gece. Günlerden Pazar. İki gündür sürtüyorum. Az önce raynoda tuvaletin sectionlarını ve ortografiklerini tamamladım. Yarın da Sinan’a gidip çizimi son haline getireceğim. Sabah 8 de kalksam, 9 da ordayım. 10,11,12. Üç saatim var. Rahat rahat yetişir. Bilgisayar Cdye çekerken biz de kahvaltı yaparız. Onunkisi biraz uzun zamanda çekiyor da.....
...Dakka bir, gol bir. İstanbul’a daha yeni ayak bastım. Haydarpaşa, vapur, Karaköy, Bankacılar Sokağı, Beyoğlu ve Taksim, Sütaştayım. Saat sabahın 9’u ve ben bol tarçınlı tavuk göğsümü bekliyorum...Geldi, ama tarçını az... bekliyorum. Yememeliyim tavuk göğsünü. Ama ketçabı beklemeye dayanamayıp patates kızartmalarını yemek gibi bir şey bu da. Neyse ki tarçınım geldi ve dalıyorum....
...Mezuniyet etkinliği Antalya yöresi tarafları tatilinden dönüş yolculuğu. 18 Haziran 2002. saat 11.30. 10 milyon. VIB Turizm, umarım ölmeyiz. Önde koridorda olduğumdan arka tarafa geçip birsürü kıronun arasına oturdum. Biri camdaki yansımamla kesişmeye çalışıyor, lavuk. Ben de gözgöze gelmemek için yazıyorum da yazıyorum...yanıyorum, susuyorum, içim yanıyor, çok güneşte kaldık.. Sinan’ın verdiği kitaba da bir türlü adapte olamadım. Bazen olmayınca olmuyor işte...
...İlk İzmir izlenimleri
11.Temmuz.2002
Yer: Otogar (Bornova servisi içi)
Saat: 14.29
Bir sevimsizlik. Daha adımımı şehre ilk attığımda beni kucaklayan sıcak rüzgar ve herkesin umursamaz tavırları. Hangi servise bineceğimi öğrenmek için takla atmam gerekiyor sanki. Ve şehre iner inmez tüm heybetiyle bize hoş geldin diyen tüm iğrençliğiyle devasa bir gerçeklik ‘ÇİMENTAŞ’. Bu kadar mı sevimsiz görünebilir bir fabrika. Sıkıcı ve çirkin. İnsanın içinde bir yerlere oturuyor, kalıyor, bir daha kalkmıyor sanki. Çimentaş mideme oturdu ve hazmedemiyorum...
...Birgün : Dünkünün ertesi
Yazacak bir şey bulamıyorum. Ne Sinan’dan ne de İzmir’den bahsetmek istiyorum. Ama ikisini de bırakıp gidemiyorum. Koskoca bir salağım ben...
...Metrodayım. Sevgilimden ayrılamıyorum. Neden hep ben onu anlıyorum ki?...
...INs
güneş batışı
alsancak ara sokakları
gazi kadınlar sokağındaki çaycı
bu defter
OUTs
metrodaki “tren bornova istikametine gider” ve “dikkat, kapılar kapanıcak” tekrarları
ucuz sandaletlerimin ayağımı boyaması
konak ara sokakları
manisa kebapçıları
defterin bitiyor olması...
...Bugünün sevdiklerimi:
peşime takılan kıroyu polise şikayet edip ortamdan uzaklaşmam
vapura binmem
süper yemek
deli yağmur ve kordon
şekerci çocuk
IYT deki püfür püfür kantin
yolda uçarak giden dolmuş şöförü
belediye otobüsündeki cep telefonumu kapatmazsam beni döveceğini iddia eden çatlak amca
Bugünün sevmediklerimi:
LES sınav sonuç belgesinin aslını istemeleri ve yanımda olmaması
IYT Makine’nin önündeki korkunç metal borular
öpücük yollayan garson (süper yemek yediğim yerde)
...12.07.2002
İzmir- Kordon
17.30
Bir tane kıroyu, bir sağanak yağmuru, yılışık bir şekerci çocuğu ve fal bakan çingeneleri atlattıktan sonra güneşin bu saatte ve az önce deli gibi yağmur yağmasına rağmen, kavurduğu sıcakta banka oturmuş, ahşaplarını tutan ferforje kılıklı Gaudi’nin çizgilerini anımsatan metal kolluklara bakıyorum. Önümde koca bir körfez, deniz, güneşin yansıması, birbiri ardısıra dizilmiş aynı boydaki İzmir evleri, ne uzun, ne kısa. Denizin toprakla buluştuğu yer yatay bir çizgi oluşturuyor peysajda. O çizginin biraz üstünde de binaların tepelerinin oluşturduğu bir çizgi var. Tekrar yağmur geliyor galiba. Kara bir bulut hızla yaklaşmakta. Elele sevgilileri görüyorum kordon boyu yürüyen, dudak dudağa aşıkları sağımda-solumdaki banklarda. Denizi boşvermiş birbirlerini seyrediyorlar. Belliki birbirlerinin gözlerinden yansıyan maviliğe aşık oluyorlar. Tekrar aşık oluyorlar birbirlerine belki. Tariflenemez bir mutluluk, hüzün ve yalnızlık hissediyorum.
Yaşadığım bu güzel huzuru paylaşacak bir tek defterim var yanımda.
Bu şehir aslında güzel bir şehir, ama evin içinden tadı hiç çıkmıyor ki!...
...Benim en iyi dostum kağıdım, kalemim, onlar da olmasa noolurdu halim...
...Geze geze yorulmak istiyorum. Ne çalışmaktan, ne uyuşukluktan, ne oturmaktan. İçimde hep patlamaya hazır bir enerji topu bombası olduğunu sanırdım. Aslında o çoktan patlamış bile. Azar azar yaşıyorum zaten ben bu enerjiyi. Ve mutluyum. Kendimle mutluyum ben...
...Denize her farklı bakış açısı farklı bir mutluluk, farklı bir heyecan.
Dünya da bunca deniz ve okyanuslarla kaplı olduğuna göre ne çok tadılacak mutluluklar var kimbilir. Eteğim uçuşuyor rüzgarda. Diz kapaklarım bir açılıyor, bir kapanıyır. Dalgaların kumsala gelip gitmesi gibi...
...Çok doydum, hatta bitiremedim yemeği. Biraz daha yürüyüp, göz süzeyim bari. Karnım tok, altım kuru, keyfim yerinde! Sefam bol olsun. İyice saçmalamaya başladım...
...Ben de mi gitsem acaba Polonya’ya?...
...La Sera
Başka bir mekan. Ben İzmir’e taşıdığım en şık kıyafetimi giymişim, oysa İzmir halkı buna alışık olmasa gerek. Korkunç bakışlar altında Kordonun en şık mekanlarından birine oturdum ve bir Efes söyledim. Denize karşı. Bir amca dışarıda kırmızı gül satıyor ama içeri giremiyor, çünkü barı saksılarla çevirmişler. Bense iki saksı arasından süzülüverdim içeriye, herkes kapıdan girerken. Sanırım bu yüzden bu garip bakışlar.
Bayanların neredeyse hepsi sarışın, garsonlar hoş giyimli, papyonlu ve saçlar kısacık.
Az önce tüm masalara mum dağıtıldı. Kutsanma anı gibiydi. Her masaya tek tek, yavaş yavaş, seremonik bir havada.
Karşıda, orta yaşlı, hoş, ejnebi olduğunu tahmin ettiğim, gömlek-kravatlı bir bey oturuyor. Karşı çapraz. O da bira içiyor. Yalnız.
Sevgilimle anlaşamıyoruz. Farklıyız ve paylaşamıyoruz.
Böyle yaşayamıyorum ben, sürekli yarım.
Hayatın tadı yarım.
Ve artık seni istemiyorum.
Neden mi?
Hayatımı benden çalıyorsun.
Sensizliğe dayanamadığımdan artık sensizliği istiyorum.
Bitsin istiyorum.
İzmir’i, Datça’yı, Jamaika’yı, Paris’i her yeri tek yaşayayım istiyorum. Sevgilim yanımda olmadığı için üzülmiyeyim...
...Limandan ayrıldı vapur. Hızla uzaklaşıyor. Etrafta çocuklar koşturuyor ve hafif bir esinti tüm vücudumu yalıyor.
Senden beni kendine aşık ettiğin için, nefret ediyorum.
Yorumlar