Kayıtlar

Haziran, 2006 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

iki şehrin farkı

Ankarada insanlar “Dost” un önünde buluşurlar (kendisi eski bir kitapçıdır) İzmirde ise “Sevinç” in önünde buluşurlar (kendisi eski bir pastanedir)

İzmir'deki gizli Endonezya

Endonezya’ya gidemedim diye üzülmem boşunaymış. İzmir’de yanlış yerlerde takılıyormuşum meğer. Direk Gaziemir’e gelmek gerekiyormuş. Otobüse İzmir’de bindim, yarım saat sürdü sürmedi, Endonezya’da indim. Sıcak tepede. Şehir yanık et kokuyor. Basık basık dükkanlar kolkola vermiş dizilmiş yanyana; egsozcu, inşaatçi, simitçi, araba tamircisi, köfteci... esmer tenli kısa boylu yardımsever insanlar. Buralarda bir beyaz olarak tüm gözler üzerimde. Beli bükülmüş karşıdan karşıya geçmeye çalışan teyzeler, dişleri dökülmüş el arabası iten yaşlı amcalar, bir elinde on ekmek diğerinde bisiklet kilidiyle dolaşan şişe dibi gözlüklü dedeler, gelen dolmuşlara ‘ayrançııı ayrançıııı ayrançıııı’ diye çığırtkanlık yapan gençler. Tek eksik şehri kucaklayan hindistan cevizi ağaçları. İzmir’in dinginliği sakinliği burada yok. Bir koşuşturmaca, kaçıştırmaca, üçüncü şehir İzmir burası.... Meğer ben ne kaymak tabaka insanıymışım!

başlamadan biten aşklar üzerine

eski aşklar vardır bir o kadar da yenisi bitmişler vardır tarih olan yeni başlayacak olanlar, henüz flörtgenlik evresinde bir de tadı damağında kalanlar vardır kiiii başlayamadan biten

deprem anıları

ekim 2005 bilmeyen varsa önceden söylemekte fayda var: buraları deprem vurdu durdu dün, sabah saatin çalmasıyla depreminde sallaması, uyanmayı ve akabinde ayılmayı tez elden tetikleyen neden oldu. okula geldik, sabahtan da birkaç tane patlattı derken derse girdik, derste de salladı, öğrenciler titremeye başladı, aşağı inildi tekrar yukarı çıkıldı, sonracığıma öğlen saatlerinde okulun unuttuğu en alt katın küçük bir sınıfında üç öğrenci bir hoca bir de asistan ben olmak üzere ders yaparken gümbür gümbür bi tane daha oldu, bunda kendimizi pencerden dar attık, sonra hoca tutturdu hadi girin içeri geçti diye, derse devam ettik, kahve molası verip yukarı kantine çıktığımızda okulun ve derslerin iptal olduğunu herkesin evlere dağıldığını öğrendik, bu molayla ders te bitti haliyle, sonra tanımadığım insanların arabasıyla alsancağa indim, asistan arkadaşın biriyle yürüdük yürüdük kahve içtik konuştuk, sonra o annesiyle buluşmaya gitti, başkalarını aradım, kimseyi bulamadım, yalnız yalnız sokak

4 yıl öncesinin "küçük yol defteri"

....Zaman geçmiyor. Bu satırları yazdığım defteri de az önce kantinden aldım. Sırf okulda canım sıkılmasın , yazı yazayım diye aldım. Tarih: 13 Mayıs 2002... ....Ne kadar yazarsam yazayım zaman geçmek bilmiyor. Hava da soğuyor yavaştan. Keşke üşenmeyip alsaydım deri ceketimi. Ama daha adımımı apartmanın dış kapısından yeni atmışken söyledim bunu, keşke alsaymışım. Ama bunu söyleyene kadar kapıcının yanından geçmiş bulundum. O da tam o sırada yerde bir işle uğraşıyordu. Ben geçerken durdu, düzeldi ve geçmemi bekledi. Ben de geri dönüp onun önünden bir daha geçmek istemediğim için yukarı çıkıp almadım ceketi. Belki arka taraftan dolanıp adamın önünden tekrar geçmeden de ulaşabilirdim çıktığım kapıya, ama buna da üşendim işin aslı. Montu almak için dolanmaya değil, kapıcının önünden geçmemek için dolanmaya üşendim. Şimdi de çişimi yapmak için aşağı kata inip çıkmaya değil, eteğimi kaldırıp kilotlu çorabımı indirmeye ve hiçbiryere değmemeye dikkat etmeye üşeniyorum.... ...Bazen keşke sigar

boşluk

bazen "bu" dünyaya ait olmadığımı düşünüyorum....

hayıtbükünde iki çocuk

Mekan Hayıtbükü. Aylardan Haziran. Günlerden Pazar. Ortam Restoran’ın şahane mezeleri ve koca bir bira bardağı dolusu belki de dünyanın en yoğun ayranından sonra sahildeki kumlara zor atıyorum yorgun bedenimi. Sıcak kum beni içine doğru çekiyor. Kendimi yerçekiminin etkisine bırakıyorum. Artık tamamen ona aitim. Gözlerim kapalı. Güneş içimi ısıtıyor. Arkadaki ailenin konuşmaları işitiliyor. Sesinden kırklı yaşlarda olduğu anlaşılan bir bey babasıyla konuşuyor: - Baba! Ölünce cennete gideceğimiz söylenir. Acaba öldük mü? Şu küçücük Hayıtbükü sahilinde onların da benimle hemfikir olduğunu farketmek yüzüme yapışmış olan gülümsemeyi daha da derinleştiriyor. Gülümseme yüzüme yayıldıkça vücudum da bırakıyor kendini uykunun kollarına... Aradan ne kadar geçti, bilemiyorum. Önümüzde deniz kenarında oynayan çocuk sesleri ve su tabancalarından sıçrayan suyla uyanıyorum. Beş altı yaşlarında iki çocuk duruyor karşımda; biri sapsarı, biri esmer kara kuru bir çocuk. Sarı olan muhtemelen H