PAPATYA TARLASI





(2000)
Dün gece yine uyuyamadım.Yatağın her köşesinde beni uykumdan edecek birşeyler buldum. Hiçbir köşeye kıvrılamadım. Uykusuzluktan gözlerim ağrıyor, başım  çatlıyordu.

Kalktım, kendime bir fincan çay koydum, tekrar odama döndüm. Bir süre göğün boşluğunda parlayan yıldızları seyrettim. Gözlerim tepeye dikili öylece ne kadar kaldım hatırlamıyorum. Çayım soğumuş, içemedim.
Gecenin karanlığında bir ses duydum. Ta uzaklardan gelen çok tiz ve net bir sesti bu. Beni çağırıyordu. Hiç tereddüt  etmeden montumu alıp dışarı fırladım.
Bir süre yürüdüm, sonra koştum, tekrar yürüdüm, oturup dinlendim, sesi dinledim, koştum, koştum... Hep o sese doğru  koştum. Ben gittikçe ses uzaklaşıyordu. Sesi sadece  kulağım duymuyor, tüm bedenim duyuyordu. Damarlarımda hissediyordum bu sesi.
Koşarken ormana daldım. Çok korkunçtu. Ama korkmadım. Çünkü sesin beni koruyacağından emindim. Bana birşey olamazdı, çünkü bana sahip çıkan bir ses vardı ortada, aksi düşünülemezdi. Düşünmedim.
Dereden geçerken  düştüm, üstüm  başım  çamur oldu, kolumu  ağaç  dalları  sıyırdı. Ilık  bir sıvının kolumdan süzüldüğünü hissettim. İlerideki tepenin ardından gelen ışığa  doğru koştum. Tepede sapsarı bir papatya tarlasının ortasında küçük, takım elbisesi içinde küçük bir erkek çocuğu duruyordu. Kestane kahvesi saçları, ışıkta parlayan kocaman ela gözleri vardı. Bu çocuk bana benziyordu. Yanına gittim. Saçlarını  okşadım. Bana bir tane  papatya verdi. Bunu özenle sutyenimin  kenarına  sıkıştırdım. Ve yine koşmaya devem ettim. Ovadaki evleri geçtim, önüme bir uçurum geldi. Atlayacaktım. Fakat ses yoktu. Artık beni çağırmıyordu. İyice kulak kabarttım etrafıma, ama ses yok olmuştu. Demek ki bu ses ölümün çağrısı değildi. Olsun. Ben yine de ölmeliydim. Uçurumun kenarına gittim.
Gerisini hatırlamıyorum.
Annem saat 7.30'da odama daldı ve ''hadi  kızım  kalk  kahvaltıya'' diyerek beni  uyandırdı. Ben  neredeydim? Yaşıyor  muydum? Ölmüş  müydüm?  O zaman  annem de  mi  ölmüştü?  Yoksa ölümden sonraki o yerde  başka bir  annem mi vardı?  Uçuruma  ne  olmuştu? Bir saniye içinde aklımdan türlü  sorular, düşünceler  geçti.  Anlayamadım.
Uyanmak,  herşeyin  bir  rüya  olduğunu anlamak için  kendi suratıma  bi  şaplak  attım. Bu beni hiç etkilemedi, çünkü elim yüzümün içinden geçti gitti. Hiçbir şey  hissetmedim. Ben bir  madde değildim. Havaydım, boştum. Ben  yoktum. Annem  ikinci  kez odama girdiğinde saat sekiz olmuştu. Saatin sekiz olduğunu görebiliyordum. Öyleyse  varolmalıydım.
Bilemedim.
Birden burnuma bir çiçek kokusu geldi. Pijamamın yakasından  bir  papatya sarkıyordu. Üzerimdeki örtüyü bir kaldırdım ki ne göreyim, ayaklarım ve dolayısıyla tüm yatak çamur içindeydi.
Birden düşmüşüm. Kalktım, ormandaydım. Güneş göğü kızıllaştırmaya başlamış. Etrafta kuşlar uçuşuyor. Fakat  ne  uçurum  var, ne de beni  çağıran bir  ses. Papatya  tarlasının  ortasındayım. Küçük erkek  çocuğu da yok. Bir  karga  gelip  omzuma  konuyor.
O  zaman  anladım  ki  ben yaşamıyordum.
Annem  sarsarak  beni  uyandırdı.
Anlayamamışım.

Yorumlar

En çok okunanlar

Isim Konusu

KIRKINI ÇIKARDINIZ MI?

Melbourne Gerçekleri Volume 1

Melbourne Gerçekleri Volume 2

Kültürel Kodlar

Yarra Valley Wineries / Şarabımızı nerde tatsak?

Ayakkabılarınızı mı çıkarırsınız, galoş mu alırsınız?

AVUSTRALYA GÖÇMENLIK BASVURUSU

Türkiye Tatili Sonrası Avustralya’ya Dönüş

Turuncu Balık