Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Muscat'ta Yeni Eve Taşınma Macerası

Yeni bir eve taşınma süreci tabi ki öncelikle ev bakmakla başladı. 5 oda 5 banyo ya da 6 oda 7 banyolu seçeneklerden sonra tercihimizi insani ölçülerde olan bir kaç eve indirgedik: -yeni bitmiş, hazır, ancak bir türlü inşaat pisliği temizlenemeyen bir ev -her odası büyük, aydınlık, temiz, ancak ışık almayan ve hap kadar küçük mutfaklı bir ev -herşeyi güzel, ancak işe çok uzak bir ev -müthiş manzaralı, içi düzgün, ancak önü bataklık olan bir ev… Burada herşeyi aynı anda bulmak mümkün değil. Birinde karar kıldık, ev sahibine evi tutacağımızı söyledik. Adam aileye öncelik verdiğini söylese de biriyle daha görüşeceğini ve akşama kararını bildireceğini açıkladı. Akşam öğrendik ki, evi aynı fiyata bekar İskoç bir erkeğe kiralamış. Eyvallah dedik. Bir kaç gün sonra başka bir evde daha karar kıldık, ev sahibi hanıma tamam biz burayı tutmak istiyoruz dedik. Emlakçıyla konuşup diğer teklifleri de değerlendireceğini ve bize haber vereceğini söyledi. Bekledik bekledik, aramadı. Biz aradık,

Bardak Dolu Boş Meselesi

29 Mayıs 2011 - Muscat 32 yaşındayım. Pek çok yerde yaşadım. Dünyanın pek çok yerini gezdim gördüm. Ve bugün sabah evden işe gelirken arabada bir gerçeği fark ettim: Hayat aslında iyi ya da kötü değil, mutlu ya da mutsuz değiliz, tamamiyle hayata bakış açımızla ilgili bir durum bu. Çok klişe olacak ama gerçekten de bardağın dolu ya da boş tarafını görmekle ilgili. Çünkü bugün farkettim ki bardak hep yarı yarıya, hep de öyle olacak. Gelin beraber bende bu aydınlanmaya doğru giden yolda başımdan geçenlere ya da hayatımdan geçip gidenlere bir bakalım. Ankara’da mutlu bir evin mutlu tek bir çocuğu olarak büyüdüm, ne büyük sıkıntılarım ne de büyük heyecanlarım oldu, sıradan bir hayattı benimkisi, kendi iç dinamikleri olan, bir gün gülen bir gün ağlayan bir çocuktum, öyle de büyüdüm. Kısacası normaldim işte. Hayata karşı büyük karamsarlıklarım ya da Polyanna mutluluklarım yoktu. Hayatımın ilk derin mutsuzu üniversitede karşıma çıktı: ne yazık ki aşık olduğum insan. Onun mutsuzluğuna mı kapı

UMMAN’DA EV / MİMARİ ANLAYIŞI ÜZERİNE

İki katlı, büyük bahçeli, yüksek beton duvarlı, kocaman metal sürgü kapılı, ark şeklinde pencereli, sur şeklinde teras korkuluklu, açık renkli dış cephe boyası ve çöl renkli iç mekan seramikleriyle tipik Umman evleri: villalar… İnsan bir ‘ev’den ne bekler? Önce onu düşünmeliyiz, değil mi? Kafasını sokacağı, yatıp uyuyacağı, yemek pişirip yiyeceği, oturup dinleneceği ya da banyo yapıp temizleneceği mekanlar. Bu bağlamda bir ‘ev’de neler olmalı, en basitinden birkaç oda, banyo ve mutfak. Umman’da ise evler odalar ve banyolar üzerine kurulu. 6 odalı – 6 banyolu, 7 odalı – 5 banyolu, biraz küçülelim dersek (ki zor buralarda küçülmek) 3 odalı – 2 banyolu, çok zorlarsak 2 odalı – ama illa ki 2 banyolu ev bulmak da mümkün. Mutfağa gelecek olursak, orada biraz sıkıntı var. 9 odalı ancak mutfaksız ev gördüm ben. Birbirinden büyük odalar arasına sıkışmış, ışık almayan, minnacık mutfaklar. Evlerde her odada –hol de dahil- klima varken, mutfaklarda sadece tepede dönen fırfırlardan var. Neden

THE WAVE – Yılan Hikayesine Dönen Uydu Anten Sorunsalı

Resim
Arap çöllerinde yaşarken Fatmagül’ün Suçu Ne izlemenin suçu ne? Malum, gurbetteyiz, insan arada bir Türkçe duymaya hasret. Her ne kadar televizyondan haz etmesem de, buralarda iki Türkçe dizi ya da haber izlemek insanın hoşuna gidiyor diye düşünerekten Türkiye’den digitürk getirdik. Kaldığımız komplex o kadar steril, o kadar kurallı, o kadar bir şeye müsade etmeyen bir yer ki, Çağrı daha digitürkü ısmarlamadan bu uyduyu nasıl bağlayacağız diye karalar bağladı. Oralarda yaşayan dolu Türk var, herkes nasıl yapıyorsa biz de o şekil yaparız diye düşündük. Safız ya! Milletin evler genelde villa olduğundan tepede kendilerine ait uydu antenleri var ve istedikleri yöne çeviriyorlar. Biz 3 katlı apartmandaki dairelerden birinde kalıyoruz, apartmanın tepede 4 anten var: Arap, Hint, İran ve Mısır kanalına ayarlı konumda. İstersen fişini bunlardan birine takıp kanalları izleyebiliyorsun da ne işin olur Hint kanalıyla. Ancak tepede ekstra uydu koyacak yer yok, evin balkonuna da boltlamak ol

Arabın İsmi

Resim
Ummanlı öğrencilerim A4 sayfaya yaptıkları çizimlerin altına öyle bir imza atıyorlar ki çizdikleri şeyden büyük, evladım küçük yazacaksınız sadece kurşun kalemle, sayfanın köşesine küçücük yazcaksınız diye bağrınıp durayım, mürekkep ve fırçayla, boardmarkerlarla sayfanın yarısını kaplayan isimler, çizimlerse bozuk para büyüklüğünde… Ben bu arapların KOCAMAN isim yazma eyleminin nedenini merak edip dururken Abu Dhabi şeyhi cevabı verdi: Şeyh adını 1 kilometre boyundaki dev harflerle çöle yazdırmış, iyi mi. Uzaydan görülüyormuş. Ben de öğrencilerimin günahını almışım A4ü kapladı isimleriniz diye, adam adaya 3.2 km uzunluğunda yazmış ismini.

KIRKINI ÇIKARDINIZ MI?

Bebek büyüyor, günler geçiyor. Annem diyor ki ‘hele bir kırkı çıksın da biz de Türkiye’ye dönelim artık’, kayınvalide Türkiye’den telefon açıyor ‘nasıl kırklayacağınızı biliyor musunuz, 40 taş toplayacaksınız…’. Merak ettim. Nedir bu ‘kırk çıkarmak’ ya da ‘kırklamak’? Türk Dil Kurumundaki açıklamaya göre ‘kırkı çıkmak’, doğumdan ve ölümden sonra kırk gün geçirmek, ‘kırklamak’ ise loğusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak veya doğumdan kırk gün sonra bebeği törenle yıkamak anlamına geliyor. Eskiden yeni doğan bebekler nazardan korunmak ve sağlık nedenleriyle kırk gün sonra dışarıya çıkarılırmış. Ölünün ardından tutulan yas ise kırk gün sonra okunan mevlüt ile son bulurmuş. Kırk nasıl çıkarılır? Kırklama adı verilen bu aktivite loğusa ve çocuğa ‘kırklar basmasın’ diye tüm akrabaların toplandığı bir seremoni şeklinde yapılır, kırk çakıl taşı alınıp kırklama suyu hazırlanır, bebekle anne bu suyla yıkanır, yıkandıkları suyun içine altın, gümüş, nazarlık atılır -bereketli