Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

DOGUM (26 Kasım 2010)

Resim
Hamileliğin son iki haftası kalmış, annemler Umman’a gelecek, doktor artık araba kullanma diyor, ben de işten hamilelik iznine ayrılayım artık bari dedim, hem annemlerle gezeriz de biraz, zaten arada kasılmalar da oluyor, şimdi dersin ortasında doğurmayayım dedim. Çarşamba son iş günümdü, Perşembe gecesinin bir körü annemler geldi, Cuma günü uyandık, biraz deniz kenarında gezdik, oturduk waffle yedik, akşama Tayland restoranına gittik, acı tatlı ekşi acı ne varsa yedik bitirdik, eve döndük yattık uyuduk. Gece 3 sularında benim de sularım hafiften hafiften gelmeye başladı, böyle istemsiz bir akış parça parça. Haydi dedim Çağrıya kalk, gidiyoruz, hastaneyi aradık, dedik durum bu, buyrun gelin dediler, annemler yol yorgunu, daha uyuyamadan ne olduğunu anlamamış vaziyette giyindiler, ancak herkes sakin –ya da bana çaktırmıyorlar- bavulları kaptık çıktık. Yolda sancıların listesini tutuyoruz, kaç dakikada geldi, kaç saniye sürdü vs… Bizi odamıza aldılar, ilk başlar iyiydi, kasılmalar

THE WAVE – Balkonumu Neden Yıkayamıyorum?

Söylemesi ayıp, geldik Umman’ın taşlı tozlu sokaklarında, özellikle yabancılar için tasarlanmış, içinde 5 yıldızlı otellerin, alışveriş merkezlerinin, kendisine ait bir marinanın yapılması planlanan dudak uçurtucu fiyatlara sahip komplexinde bir ev de biz kiraladık. Ev güzel. Ancak dışı sizi, içi beni yakar misali, ilk bomba balkonu yıkadığımda patladı. Sular balkondaki giderden cumburlop ilk kattakinin bahçeye (sanırsın köy evindeyiz), balkonda gider vara ama aşağı kadar uzanan bir boru sistemi yok ne yazık ki! Tabi pis sular aşağıda, komşu da anında bizde, neler oluyor diye. Ev sahibi, The Wave yetkilileri (bir takım mimar mühendis takımı), şikayetler, telefonlar, mailler sonucu komplexin mimarisinin böyle olduğu, değişemeyeceği açıklaması yapıldı. Sonuç? Komşu yoksa suyu salıyorum, varsa Vileda’ya kuvvet çöl tozunu temizlemeye uğraşıyoruz. Şimdi de eve kağıt gelmiş, ayın bilmem kaçında kapınızı, pencerenizi aman iyi kapatın, itfaiye aracı gelecekmiş de binaları dışarıdan tazyi

Isim Konusu

Bebeğin ismi konusunda Çağrı’yla uzun zamandır atışıyoruz. Henüz bir karara bağlayamamakla beraber oldukça zıt fifkirlere sahibiz. Şöyle ki; Ben ilk başta kız olursa BADEM, erkek olursa CEVİZ olsun dedim. Neymiş, BADEM pavyoncu adı gibiymiş. CEVİZ’e çetin ceviz kırıldın mı diye, BADEM’e de gel seni badem ezmesi yapayım diye dalga geçerlermiş, çocukların bunalımlı bir çocukluk mu geçirmelerini istiyormuşum… İsim konusunda Çağrı yeteri kadar çekmiş, hala da çekiyor aslında zavallı. Zaten ‘Çağrı Aracı’ olarak başlı başına komik olan bir de ingilizcenin tanımadığı Ç, yumuşak G ve I harflerine sahip olmak işini iyiyce zorlaştırmış. Telefonda söylemesi ya da bir yere adını yazdırması gerekiyorsa adını KAGRİ’ya çeviriyor. Kagri nedir yahu! Ben yine şanslıyım. Enternasyonel sularda adımı sahne ismim (!) olan YASMİN’e çevirdim mi işim kolay. Bu ejnebiler de bir tuhaf! Yasemin deyince hiç anlamıyorlar, Yasmin diyince ‘oo how nice’ ! Sonuçta biz çocuğun da bizim gibi bir dünya insanı (!) olac

UMMAN YENİDEN

Bebeği nasıl bir memlekette dünyaya getireceğim diye düşündüğümde, aslında Oman’ın Türkiyeme göre çok daha modern, düzenli ve çok daha mantıklı bir yer olduğunu farkediyorum. Yarını belli olmayan memleketimde her gün ‘bugün ne olacak acaba’ diye yaşamaktansa, burada ‘daha kolay ve basit’ bir yaşam sürmek belki de en huzurlusu. 1659-1744 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu işgali altında olan Oman asıl gücünü 1970’te Sultan Qaboos’un başa gelmesiyle kazanıyor. 40 senedir bu ülkeye hem Silahlı Kuvvetlerin başı, hem Prime Minister, hem Savunma Bakanı, hem Dışişleri Bakanı olan SQ 16 yaşında İngiltere’ye eğitim görmeye gidiyor ve ülkesine dönüp başa geçmeden önce de 6 sene dünyayı geziyor. Sultan tahta geçtiğinde daha önceleri İngilizlerin, Portekizlilerin kolonisi olmuş bu ülkeyi toparlayarak ortaya bir Sultanlık çıkarıyor. Hiç de adı gibi olmayan bu adam ülkede eğitimde, ulaşımda, ticarette kadın haklarında bir ton gelişmelere ve yeniliklere imza atıyor, refah seviyesi yükseliyor, m

ARABIN KASIRGASI - ‘cyclone’ Mayıs 2010

Heryerden uyarılar geliyor. Yağmur yağacak, çok şiddetli yağmur yağacak, fırtına kopacak, kasırga olacak, deniz kenarına inmeyin, arabanızı dışarıda bırakmayın, park yerine alın, vadiden geçmeyin, her şeye hazırlıklı olun, hatta mümkünse evden çıkmayın. 40 derece sıcaklıkta yazın ortasındayız, kışın bir iki kere yağmur yağmış, Umman meterolojisinden bildiğimiz bu. Bu nedenle pek ciddiye almıyoruz. Sultan ‘cyclone’ (kasırga) nun şerefine bir günü tatil ettiğini ilan ediyor. Cep telefonlarına oradan buradan sürekli uyarılar yağıyor. Hadi diyoruz, su da bitmek üzereydi, su alalım bari. Markete giriyoruz ki sular tükenmiş! İnternete girip forumları okuyoruz, 100 km hızla gelen rüzgardan bahsediliyor. Dubai’ye uçak biletleri tükenmiş, herkes kaçmış bile. Hay allah, durum herhalde ciddi deyip Carrefour’a gidiyoruz. Ortam mahşer alanı gibi, sular tükenmiş, ekmek bitmiş, metrelerce uzayan kuyruklarda insanlar 5 kiloluk prinç, un, her türlü bakliyatları arabalara yüklüyor. İnsan neye uğradığ

Umman'da Ramazan Bayramı

Buradaki adı: Eid-ul-Fitr (Arapçadan düz çevirirsek ‘arınmak için kutlama/bayram/festival’ anlamına geliyor) Umman’da Ramazan tüm canlılığıyla –daha doğrusu cansızlığıyla hissediliyor-. Dükkanlar genelde kapalı, canları istediğinde bir iki saatliğine açıyorlar. Polis departmanı haftanın yarısı çalışıyor, yarısı yok. Ülke kurallarına göre Müslümanları Ramazan ayı boyunca günde 6 saatten fazla çalıştırmak yasak, bu nedenle 8’de başlayan iş başı 2’de bitiyor. Restoranlar desen hepten kapalı. Zaten sokaklarda yemek içmek yasak. Çaktırmadan tıkınacaksın. Eğer dışarıdaysam umumi tuvaletlere girip yiyorum ne yiyip içeceksem, zamanında Fransız bir yönetmenin çektiği bir filmde vardı, insanlar kendilerini tuvaletlere kapatıp tepsilerini alıp yemek yiyorlardı – gerçi yemek sofrasının etrafında da alafranga tuvaletlerde oturarak hacet gideriyorlardı, o da ayrı-. Yine bayram geliyor, ancak her zamanki gibi kesin tarihi son 2 gün içinde belli oldu. Ayın durumuna bakarak (ilk görünen hilal olmas

OMAN - Alışveriş listesi

Resim
Haziran 2010 Umman’da ne yiyip ne içiyorsun diyenlere cevabımdır. Yanda gördüğünüz haftalık market alışverişleriş fişlerimizden herhangi biri. Buraların toprağından petrol harici pek bir şey çıkmadığı içindir ki, göründüğü üzere Avustralya mandalinası, Filipin muzu, Mısır Fransız fasulyesi, Şili armutu, Hollanda marulu, Umman hıyarı, Birleşik Arap Emirlikleri turpu, İran karpuzu, Yeni Zelanda bifteği, vs. vs… Bir hafta kaldı, her şeyin Türk usülünü yemek için can atıyorum: Türk böreği, Türk mantısı, Türk suluköftesi, Türk yaprak sarması, Özellikle de envayi çeşit Türk kırma zeytini !

Nizwa Sınıf Halleri

Erkekler yüksek sesle konuşmuyor çünkü kızlardan çekiniyor, kızlar yüksek sesle konuşmuyor çünkü erkeklerden çekiniyor. Bir soru sorunca haliyle kimse seni cevaplamıyor. Sınıf put gibi susuyor. Mıy mıy mıy bir uğultu geliyor, içlerine doğru konuşuyorlar sanki. Kendi kendime anlatıp kendi kendime sorular sorup cevapları da kendim veriyorum. Aslında eğitim öğretimi kız erkek karışık yapmaları işleri daha da zorlaştırmış. Fotoğraf dersi veriyorum. Kızlar erkeklerin yanında fotoğraf çekerken eğilmek, ayağa kalkmak, bükülmek -kısacası normalden ufacık da olsa farklı bir vücut duruşu sergilemek- istemiyolar. Gel de bunlara farklı açılardan fotoğraf çekmenin inceliklerini anlat. Stüdyolarda kocaman kocaman masaları var, ama dedim ya kollarını yana açmıyolar bile, bir masada dipdibe üç kişi otuuruyorlar, aralarında mıknatıs var sanki, kızlar dipdibe, erkeler beraber dipdibe, birbirlerinden 2 santim bile ayrılmıyorlar, -sürüden ayrılanı kurt kapar-. Islam ülkesinde Fotoğraf Facebook kull

Muscat BİZİM EVİN HALLERİ

Geçtim bir evi, ben Çağrı'ya kadar daha önce kimseyle odamı, oyuncağımı, yemeğimi bile paylaşmamış bir tek çocuk olarak, bir anda bambaşka bir memlekette sekiz kişi bir villayı paylaşmak enteresan bir deneyim oldu aslında (eminim ki sırf benim için değil, herkes için geçerli bu). Seçmece değil ki, herkes ayrı bir cins ansını satayım. Birisi yoğurt yiyemez, biri patlıcan, birisine koltukların kumaşı dokunur, biri yumurta kokusuna dayanamaz elinde cif bulduğu tavayı tencereyi parlatır, biri belinde hüllahop evin içinde dolanır, biri hergün ayrı bir tat salata peşindedir, biri klimayı açar biri kapar, biri TV nin sesini açtıkça açar biri kumandayı alır tamamen kapar... Her şeyin en doğrusunu bilen ve her şeyi pazarlıkla en ucuza alabilen T., hergün EbruŞallıyla pilates kulvarlarında koşan B., kimsenin Türkçeyi nasıl bu kadar iyi konuşabildiğini çözemediği taze nişanlı –Arjantin Caddesi- A., evin genç heyecanlı ve yaramaz çocuğu cim-bom tutkunu –Sakarya Caddesi- K., yeni hamile kend

Toplantılar

Bu işyerleri ne acayip. Önce tüm çalışanlar bir araya gelip toplantı yapıyor. ‘Bunu bunu bunu’ ve de ‘şunu şunu şunu’ yapmalıyız diye kararlar alınıyor. Aradan bir süre geçiyor. Sonra yeni bir toplantı daha yapılıyor; ‘bunu bunu bunu’ önce, ‘şunu şunu şunu’ ise sonra yapmalıyız deniyor. Aradan yine vakit geçiyor. Eyvah çok geç kaldık, bakalım neler yapılmış diye yeniden toplantı yapılıyor. Aman allahım, birşey yapılmamış, vakit yetmeyecek, biz en iyisi ‘bunu bunu’ ve ‘şunu şunu’ iptal edelim, onun yerine sadece ‘bunu’ ve ‘şunu’ yapalım kararı alınıyor. Herkes bir oh çekiyor. Bir miktar daha vakit geçiyor. Yine bir toplantı; ‘bu’ ve ‘şu’ yapılmamış, en iyisi ‘bunu’ ‘onlar bunlar şunlar’, ‘şunu’ da ‘şunlar bunlar onlar’ yapsın deniyor. Yine vakit geçiyor. Bir sonraki toplantıda herkes şikayetçi, konuyu pek bilmediklerini icra ediyorlar: ‘onlar bunlar şunlar’ ‘onu’ değil de ‘şunu’, ‘şunlar bunlar onlar’ ise ‘şunu’ değil de aslında ‘bunu’ yapsalar daha iyi olacağı sonucuna varılıyor. Derke

Arapçayı Nasıl Öğrenemiyorum

Arapçayı nasıl öğrenemiyorum? Öğrenemiyorum işte. Ne bir istek, ne bir heves, ne bir ilgi var. Tek kelimesini bile konuşmak istemiyorum. Ben ki dil öğrenmeye yatkın bir yapım vardır; ingilizce, fransızca, ispanyolca, italyanca hepsine merakım sonsuz, hatta kimsenin konuşmadığı endonezya dilini bile öğrenmeye yeltenmişliğim var ama arpça I-Iıhh! Bi soğuk, bi itici, bi çirkin, bi de zor işin açıkçası, zaten yazamadığın okuyamadığın dili nasıl öğrenirsin? Bir de neden öğrenirsin? Sanırım ben bir neden bulamadım! Atatürküme sonsuz teşekkürler ki zamanında bizi bu zor ve kaba dilden kurtardığı ve latin alfabesiyle tanıştırdığı için. Her ne kadar Atatürkü buralarda büyük diktatör olarak tanısalar da harf inkılabını –ve tüm diğerlerini de- saygıyla karşılıyorum – bu arada Atatürk’ü İstanbul’u fetheden kişi olarak tanıyan da mevcut-.

İslam Ülkesinde Flört

Herhangi bir yazıya böyle bir başlık atılabilir, ancak burada böyle bir konu mevzu bahis bile olamaz. Konuyu daha içerikli anlayabilmek için Rajaa Alsanea’nın kaleme aldığı ‘Girls of Riyadh’ (Riyad’ın Kızları) başlıklı romanı alıp okudum. Acaba Arabistan’da durum nedir diye. Yazar, genç Arap kızları ve erkekleri arasında gizliden gizliye yaşanan flörtleri, gençlerin nerelerde nasıl tanışıp, internet ya da cep telefonu gibi bilimum iletişim araçları sayesinde nasıl kimselerin haberi olmadan haberleştiklerini, konu evliliğe gelince ailelerin olayları nasıl karıştırıp seven gençlerin bir türlü evliliklerine razı olmadıklarını, evlilik öncesi yaşanan cinselliğin getirdiği sonuçları, örnekleyerek güzel bir öykülemeyle anlatmış. Durum burada da farklı değil. Tabi ki dışarıdan gözlemleyen biri olarak ne onların hissettiklerini hissedebilirim ne de yaşadıklarını anlayabilirim. Ancak tanık olduğum, duyduğum ve gözlemlediklerim şöyle: Aynı restorana giden kız ve erkeğin farklı masalara oturup

Muscat Trader Vic's

Geçmişi 1934lere dayanan ve dünya üzerinde yirmiküsür yerde bulunan bu restorant-bar karışımı mekan Muscat’ta Intercontinental Hotel içinde konuşlanmış en sevdiğimiz ve her hafta abonelisi olduğumuz yer. Eğlence, alkol, bar ve café yoksunu bu şehirde Trader Vic’s e artık o kadar çok geliyoruz ki, ‘bakın biz her hafta geliyoruz’ diye indirim olayına bile girdik allahın Interconunda -evet Türküz-. Canlı müzik yapan grup, hayatımda rastladığım en canlı ve heyecanlı ve eğlenceli cinsten; 3 güzel bayan ve bir şapkalı adamda oluşan Kübalı bir grup. Kapalı memleketin kapalı kapılar ardındaki çılgın geceleri, bir yanda beyaz entarisiyle tütsü kokan omanlı bir adam, diğer yanda sutyensiz koca memeleriyle samba yapan brezilyalı dolgun hatun, bu memleketi seviyorum :) Perşembeleri (buranın Cumartesisi) bardaki herkes tanıdık –Datça moduna bağladık-. İlk başlarda çekinerek salsa yaptığımız yabancılar bile artık tanıdık, her hafta Trader’da buluşuyoruz. Zaten ortam TAV’ın (Çağrı’nın çalıştığı

Kültürel Kodlar

İnsan kendi kültürü dahilinde yaşadığında diğer insanları ayırt ederken içselleştirdiği bazı kodları kullanır farkında olmadan. Misal bizim toplumda, yumurta topuklar, pala bıyıklar, göbeği kemerinin üzerine düşmüşler, kaşı delikler, platin sarısı çakma sarışınlar, tişörtü kotun içine sokanlar, gömleğin yaka düğmelerini açık bırakanlar, hermes çanta takanlar… hepsi kişinin ait olduğu / inandığı / sosyal / kültürel / politik yapının getirdiği somutlaşmış estetik kodlardır. Kişinin şivesi, kelimeleri yuvarlama şekli, araya farklı ekler sıkıştırması, vurgusu ise nereden geldiğinin, nereli olduğunun duyusal kanıtıdır. Arabesk dinleyen, Türkçe pop dinleyen, metal dinleyen her bir kişi birbirinden farklıdır. Ancak farklı bir kültüre, farklı bir dilin içine girdiğiniz zaman sanki herkes aynı gibi gelmeye başlar size. Bu Avrupa’ya da gitseniz, Asya’ya Uzak Doğu’ya da gitseniz -eğer orada sadece bir ziyaretçiyseniz- aynıdır. Onlar sanki hep bir karaktersizdir fark ettiyseniz, kişiliksiz, sade

2 günde DUBAI komşu şehri

Oteller ayırtıldı, rezervasyonlar tamam, araba kiralandı, sigortası yapıldı, paralar bozduruldu, pasaportlar, bavullar herşey hazır; körfezin göz bebeği Dubai yolundayız. İki gün iki gece vaktimiz olduğu için dolu dolu planlanmış bir programımız var, haliyle koşturuyoruz. İş çıkışı 6 saatlik bir yolculuğun ardından gece 11 sularında otele bile uğramadan, kendimizi Jumariah Beach Hotel dalgakıranının ucuna inşa edilmiş 360 adlı bara atıyoruz. Merakımızı bir kokteyl süresince giderdikten ve biraz da manzara sarhoşu olduktan sonra Dubai sokaklarında otelimizi aramaya koyuluyoruz. Dubai’nin basit ama ilk başta öğrenmesi güç bir yol sistemi var, dönüşü kaçırdın mı kaçırdın demek, yol gittikçe gidiyor ve şehirden çıkıyorsun, öyle ‘şurdan dalayım da bir U dönüşü yapayım’ burada işlemiyor. Yer ayırttığımız oteli güç bela bulduktan sonra park yeri olmaması ve sevimsiz resepsiyon görevlisinin ‘arabayı istediğiniz yere parkedebilirsiniz’ bilgisi üzerine sabah uyandığımızda arabayı park cezası yem

UMMANDA YENİ YIL MACERASI

Biz yılbaşı gecesi için alkol arayaduralım, bulup bulabildiğimiz Hint üretimi, içine su, soda, ginger ale, redbull gibi bilimum soft içeceği katmak suretiyle dahi içemedigimiz iğrenç bir viski ile sessiz sedasız villamızda tombala oynar iken yanıbaşımızdaki komşu villanın gelen arabalarla dolup taştığını görüp biz de bir uğrayalım dedik ki... neler görelim.. Muscatımız meğer ne sürreel gecelere gebeymiş. Filipinli hatunla çakma olduğunu düşündüğüm bir evlilik yapmış gay bir yaşlı İskoç ev sahibi, sağda solda genç Filipinli kızlar, ortada dans eden emo kılıklı gay omanli erkekler, hadi bunları geçiyorum, bir bar kurmuş ki amcam eve şu alkolsüz ülkede, başına da şişko filipino bir barmen, iç içebildiğin kadar, allah ne verdiyse.. gelsin margarita, gitsin tekila, muhtemelen hepsinin tadına baktık, bu ülkede bu kadar alkol karıştırabileceğimi hiç düşünmezdim. Neyse kısacası beklenmedik bir yeniyıl oldu :) Biz de geri durmayıp bir CDde kolbastı götürüp dansımızı ettik, geceye damgayı vurup

Muscat Genel Hisler

Bazen sıkılıyorum, yetti gari bu ülke diyorum. Ama yepyeni bir gün geçmiyor ki süprizlerle dolu olmasın. Kuraklığın ortasındaki toprağında ot bitmez memlektin ilk yağmurunda, gece yarısı coşku çığlıklarıyla uyanıyorum, tüm şehir avaz avaz yağmur yağıyor diye çığlık atıyor. Yolları su bastı, arabalar yollarda kaldı, öğrenciler okulu astı, okullar tatil oldu vs. vs… bu arada hava hala 30 derecenin üzerinde. * Bu ülkenin tokalaşmalarının da hastasıyım. Burunlarını tokuştururken cık cık diye ses çıkaran erkekler mi, el sıkışma babında parmaklarının sadece ilk iki boğumunu birbirine kısaca değdirip hemen çekiveren kızlar mı, yoksa dostluğun ve samimiyetin simgesi olarak el ele yürüyen adamlar mı daha komik ve itici karar veremiyorum. Elleriyle yemek yiyorlar, ortalıkta kirloş ayaklarla dolanıyorlar, yerde oturuyorlar, amaaa‘disdasha’ dedikleri o beyaz elbiseleri yok mu; her zaman ütülü ve pırıl pırıl, tertemiz, tek bir leke bile yok. * Trafikte ne kadar ceza yersen ye eh

DUYUSUZLUK

Ah Oman ahh! Tat yok, dile hitap etmiyor Renk yok, göze hitap etmiyor Dokunmak zaten yasak Koku desen, yoğun mu yoğun ağır bir tütsü kokusu, burun kılcallarını aldırasın geliyor Ses… evet evet ses var Sokakta, dükkanda, takside, hatta süpermarkette bile hep aynı ses: Birileri Quran okuyor.