Oman vs. Thailand
-->
7 Aralık 2009
Oman vs. Thailand
Kim derdi ki bu başlıkla bir yazı yazacağım bir gün : )
Bu hafta size Sultanımızın son 3 gün içinde ilan ettiği ve bonkör davranarak 9 gün olmasına karar verdiği bayram tatilinde gittiğimiz Tayland’dan bahsedeceğim.
Hazırlık için çok kısa bir süre olduğundan ancak uçak bileti ve otelleri ayarlayalım derken ülke hakkında yok denecek kadar az bir bilgiye sahip olarak yola çıktık. Tek ulaştığımız bilgi Tayland’ın özellikle de Bangkok’un dolandırıcılık konusunda dünya listelerinde ilk sıralarda yer aldığı idi. ‘Thailand Scams’ adlı özel web siteleri kurulmuş, herkes başından geçen dolandırıcılık hikayelerini anlatmış. Duty Free’den bir şey çalmadıkları halde hırsız muamelesi görüp bir otele hapsedilip parayı ödeyene kadar çıkarılmayan bir çift İngilizden tutun, yere sigara izmariti attı diye sahte polisler tarafından binlerce lira cezaya çarptırılan turiste, uçakta yanına oturan yaşlı kadın tarafından içeceğine uyuşturucu katılarak uyutulup soyulan gençlerden, kiraladığı motorsikleti geri getirdiğinde üzerinde çizik olduğu için 5 katı para ödemek zorunda kalan adama kadar pekçok hikayeyi okuyunca biz de gayet temkinli bir şekilde vardık ülkeye. Aman fotoğraf makinesini almayalım, yüzükleri de takmayalım ne me lazım derken, havaalanında bi ton adamın üzerimize atlayacağını beklerken, aksine bizi gayet modern bir şehir ve güler yüzlü insanlar karşıladı. Bangkok havalimanı ucu bucağı olmayan devasa bir buluşma noktası, dünyanın her yanına uçmak mümkün. İnsanda özgürlük hissi uyandıran bir mekan.
Thai kızları acayip bakımlı ve bazıları kıskandıracak ölçüde güzel. Sex turizmi ayan beyan ortada. Sokağından geçmeye korkacağınız ‘kerane’ ya da ‘pavyon’ların bulunduğu sokak, ailelerce çoluk çocuk beraberce çekirdek çitleyerek dolaşabileceğiniz türden canlı, fırıl fırıl rengarenk sokaklar. Ortada standlar, satıcılar, envayi çeşit incik boncuk, mısır közlemeleri, tavuk şişler, meyve suları …
Sürekli yanımıza aynı klasik menüyle gelen erkekler dışında rahatsız edici hiç bir şey yoktu. Menü fiks: en ünlü şovları ‘Ping Pong Showwww’. Menü sırasıyla ‘Banana Show’, ‘Bottle Opening Show’ diye devam ediyor. Showlar kulağa pek iç açıcı gelmediğinden biz sadece sokaklarda gezinmekle yetindik!
Kızlar her yerde, barlarda, otelde, sağda solda, hemen yanıbaşınızda! Kitapçılarda batılı abazan erkekler için ‘Thai Girls Guide Book’ bile var. Nerelerde bulunur, kaç günlüğüne kaç para verilir, nasıl vakit geçirilir, yapılması ve yapılmaması gerekenler, aşık olunursa ne yapmalı vs. türünden açıklamalı, örnekli kitaplar. Adamlar fuhuşu bile kitabına uygun yapıyorlar, enteresan.
Kültürün getirmiş olduğu doğu toplumlarındaki ‘reddedememe’ ya da sürekli ‘güleryüzlü ve minnettar olma’ alışkanlığından mıdır ya da hayatlarından gerçekten memnun olduklarından mıdır, bu kızlar gayet normal ve mutlu görünüyorlar, hiç de öyle hayatın sillesini yemiş gibi değiller.
Bangkok bana şehir olarak İstanbul’u hissettirdi. Koca koca binalar, iş yerleri, gökdeleneler, işlerine koşuşturan insanlar, şehrin göbeğindeki inanılmaz güzellikteki, büyüleyici, dehşet ayrıntıya sahip nefes kesici tapınaklar, daracık sokaklarıyla her türlü şeyi bulmanın mümkün olduğu China Town…
Beni –ve tabi ki özellikle Çağrı’yı- en çok yemeklerin zenginliği vurdu. Adım başı her yer sokak tezgahlarıyla dolu, tavuk, domuz, balık, karides, yengeç, ahtapot, tofu, sebze, meyve, meyve suyu, dondurma, mısır, pancake, ne ararsan var, süper zengin bir menü. Ama yine de Tayland kiş başına düşen gelir mikarına ve ekonomisine bakılacak olursa bir 3. Dünya ülkesi ve fakirlik Hindistan kadar gözler önünde olmasa da var.
Aslında yazının başlığı yanlış oldu; Çağrı’nın Umman’dan Tayland’a gelişimizi özetlediği lafı koymalıydım başlık olarak:
‘Zenginliğin içindeki fakirlikten fakirliğin içindeki zenginliğe’.
Pkuhet ise inanılmaz turistik bir ada. Bizim Marmaris, Fethiye misali hıncahınç insan dolu. Günlük deniz turları, gece showları ve dinamik eğlencesiyle birkaç gün görülmeye değer, fazlası bayabilir.
Burada bir başka ilgimi çeken konu ise gelen İngiliz turist kızlarının çıplak denecek kadar açık saçık giyinerek (yani giyinmeyerek) gezmesi idi. Gerçi bilemiyorum, insan teni görmeye hasret kaldığım bir ülkeden geldiğim için mi bir anda algıda seçicilk oldu bilmiyorum. Umman’da tek gördüğümüz ten parçası Arapların kirloş terlikli ayakları!
Pkuhet’ten sonra da Bodrum-Datça feribotu misali yüzen bir araçla, motorlu taşıtın bulunmadığı ve tek ulaşım aracının yürümek, bisiklet ya da taxi-boat olduğu Phi Phi Don adasına ayak bastık. Phi Phi 2004’te tsunaminin vurup yerle bir ettiği canım mekanlardan biri. Gerek yerlilerin gerekse iyi niyetli bir ton gönüllü yardımseverin çabalarıyla kendisini toparlamış durumda. Leonardo Di Caprio abimizin oynadığı 'The Beach' filminin seti olarak da kullanılmış zamanında. Burasını anlatamayacağım, kelimeler kifayetsiz! Gidilip görülmesi, deneyimlenmesi gerek. Güzelliği ne söze sığar ne fotoğraf makinesi karesine. Dostoyevski gelse uzun uzun anlatırdı ama bende de o sabır yok :) Havası, suyu, denizi, balıkları, mercanları, eğlencesi, beyaz kumları, çevre adaları …
Burada da ilgimi çeken bir küçük nokta ise adaya gelen herkesin (ama herkesin) dövmeli olması idi. Sanki kapıda biri var da dövmesizleri sokmuyor gibi. Adada adım başı, Bamboo Tattoo denen Thailand’a has özel bir teknik kullanan dövmeciler vardı. Şöyle kocaman süslü bir ahtapot yaptırasım geldi koluma ama sanırım babam işini kocama devretmiş ki adam çıkıp bana ‘bildiğin yerde yaptır, o iğneyi kimbilir daha önce neresine soktu belli değil’ demez mi!
Thailand kısaca ‘zengin’ bir ülke olarak kaldı aklımda: Hayatımda hiç bu kadar travestiyi, hayat kadınını, dövmeli hippi turisti, deniz ürününü, mercanı ve tapınağı bir arada görmedim ben.
Yorumlar