Avustralya’nın Kaydırakları
-->
Avrupadır Amerikadır bu tip refah ülkelerine giden herkes zaten anlatır
durur, aman her yer yeşil de kocaman kocaman parklar var da bilmem ne diye. Ben
başka bir detaya gireceğim: çocuk parkları. Elbette ki belirtmeme gerek yok;
Avustralya’da her köşe başında bir çocuk parkı var. Tabi yine söylememe gerek
yok ki bir dolu değişik kaymaca, sallanmaca, hoplamaca, zıplamaca, tırmanmaca,
dengede durmaca gibi her türlü aktiviteye olanak sağlayan aletler var. Ben daha
da spesifik bir noktaya değineceğim: Kaydıraklar.
Eee diyeceksiniz, Türkiye’de de çeşit çeşit kaydırak var, nedir yani? Tamam
uzunu, kısası, üstü kapalısı, açığı, dümdüz olanı, döne döne ineni, allısı
morlusu var da var, ancak bu kaydıraklara nasıl çıkılıyor, hiç dikkat ettiniz
mi? Genelde –hatta hemen hemen hepsinde diyebilirim- merdivenden çıkılıyor. İşin
enteresan tarafı, buradaki kaydırakların hiç birinde merdiven yok; ip var,
zincir var, tırmanma duvarı tutamakları var, metal borular var, ama bildiğimiz,
alıştığımız kalıptaki merdivenlerden yok.
Hepiniz bilirsiniz, çocuklar kaydırakta oynarken bir iki kez merdiveni
kullanıp kaydıktan sonra sıkılır ve kaydırağın kendisinden tırmanmaya başlar, çünkü
başka türlü bir arayış vardır, bunu yapmayanımız yoktur. Tabi hemen anneler
olaya müdahale eder ve çocuğu uyarır: ‘Yavrum öyle çıkma düşersin!’. Çocuk
dediğin –bizler gibi- tek tip düşünmüyor. Onlar için her yol –ister merdiven
olsun ister tepeden sallanan bir bir halat- kaydırağın tepesine çıkmaya
yarayacak bir araç. Siz hiç tırabzanların dışından tırmanarak apartmanda üst
kata çıkan birini gördünüz mü? Hayır. Neden? Çünkü, biz artık dünyayı
‘keşfedilecek’ bir yer olmaktan çıkardık, bizim için tek alternatif var:
merdivenlere mahkumuz biz.
İşte tam da bu nedenle, çocuklar parklarda kaydırağın tepesine diledikleri
yoldan ulaşsınlar diye birbirinden farklı farklı yollar var, her bir çıkış ayrı
bir macera onlar için.
Olaya bir anne gözüyle bakacak olursam, itiraf ediyorum bir Alman annesi
değil de bir Türk annesi olduğum için zaman zaman o iplerden, zincirlerden
tırmanan çocuğuma bakıp ‘amanın düştü düşecek’ diye yüreğim ağzıma gelse de alıştım
artık, durumdan memnunum. Bir eğitimci bakış açısıyla bakarsam, sizce de bu yöntem
‘tek tip bir doğru vardır’ mantığındaki öğretimi yerle bir eden bir yaklaşım
değil mi? Gerçi muhtemelen pedagoglar bunları çoktan derinlemesine düşünmüştür
de bu çocuk parkları tasarlanmıştır. Ha tabi bir de duruma tasarımcı kimliğimle
bakacak olursam, bir çocuk parkı sadece bir plastik firmasının üretebildikleriyle
kısıtlı kalmaktansa -genellikle tüm şehirlerimizdekiler gibi- eğitimcilerle
birlikte oturup düşünülerek tasarlanması gerekmiyor mu? Ve hatta o
eğitimcilerin de bir yirmi yıl sonrası için gelecek planları olması gerekmiyor
mu? Şimdi herkes laf edecek yahu biz Finlandiya mıyız Türkiyeyiz diye.
İstediler mi çok güzel yapıyorlar ama uzun dönem planlamaları, ancak yanlış
emeller için kullanılıyor, 4 artı 4 sistemini düşünün, neye hizmet etmesi
planlanıyordu? Bağımsız düşünebilen, farklı kreatif yollardan amacına
ulaşabilen bireyler yetiştirmek mi yoksa acaba ne?
Yasemin Tekmen, 2015
P.S. Tüm bunlara ek, ülkeye döndük ve gördük ki Datça’da bi çocuk parkı
yapmışlar, hayran kaldım. Ancak tabi burada da şöyle bir problem var; park o
kadar güzel olunca 15 yaşındaki çocuklar bile aletlerin üzerinde tepiniyor,
utanmasak biz de çıkacaz, haliyle küçüklere yer kalmıyor :)
Yorumlar