UÇAK YOLCULUKLARINDAKİ PENCERE KENARI DURUMLARI
Tek
başına çıkılan uçak seyahatlerinde pencere kenarıysan vay haline. Gerek yemeği
alman ve gerekse artıkları hostese geri uzatman hem senin hem yanındakiler için
tam bir işkence.
Bi
kere burada en kritik nokta hostesle göz göze gelme esnası. Bu bir ya da iki
saniye sürer ve eğer aç kalmak ya da tüm gece önündeki açık tepside yemek
atıklarınla oturmak istemiyorsan bu iki saniyeyi kaçırmaman gerekir.
Her
hostesin servis sırası farklıdır. O, ortaya çıktığı andan itibaren tüm tuvalet
ziyaret sistemini alt üst eden ve milleti koridorda zıplayarak beklemeye mahkum
kılan kazulet yemek arabasının bi ucunda, bi de başında birer hostes bulunur.
Onlar hangi sırayla sana hizmet edeceğini bilir ama sen asla bilemezsin, o
nedenle de o koca metal dikdörtgen prizma yemek arabası sana doğru yaklaştıkça
sen de dikkat kesilirsin; acaba ben hangi hostesin servis alanındayım diye. Ne
elindeki kitabı okuyabilir, ne de önündeki filme odaklanabilirsin, o kısacık
hostesle göz göze gelme anını kaçırdın mı, seni es geçer gider çünkü. Sonra
biraz da sosyal fobin varsa arkasından bağırmak zorunda kalmamak için o kısacık
anı yakalamaya çalışırsın.
Hele
de yabancı bir uçuştaysan ve tek başına seyahat ediyorsan, uzun süredir
kimseyle yüksek sesle konuşmadığın, pencere kenarına sıkışıp kaldığın ve sesini
te koridordaki umursamaz hostese yetiştirmeye çalıştığın için ‘eksküüüzmiii’
diye bağırırsın, ama uzun zamandır konuşmadığın için o boğuk sesin ancak
cümlenin ortasına doğru açılır ve duyulan sadece ‘üüzmii’ kısmı olur. Haliyle
yanındakiler dahil hostes de anlamsız bakışlarla sana bakarlar. İlk hamleni
yapmışsındır, o horoz boğulması sesinle ne dediğin anlaşılmamış, ancak hostesin
dikkatini çekmişsindir. ‘I beg your pardon’ der ve eğilir, sıra ikinci hamleye
gelmiştir. Tüm dikkatler senin üzerindedir şimdi, orada birden unutuverdiğin
İngilizceyle senin de yemek istediğini söylersin. Böyle sanki çok hayret verici
bir şey diyormuşçasına o sarışın hostes bir ‘ooouuv’ çeker ve sana orada tercih
yapmanı gerektirecek bir soru cümlesi kurar, o cümlenin sadece ‘or’ kısmını
duyarsın. Başını sonunu anlamazsın. Artık ya bir daha tekrarlattıracaksındır
–unutma sosyal fobin vardı- ya da mutlaka menüde bir tavuk vardır mantığıyla
düşünüp ‘çikın pliis’ der geçersin. Bu arada 3lü koltuktaki yanında oturanlar
geriye yaslanmış, hostesle senin konuşmanı tenis maçı izliyormuşçasına takip
etmektedirler.
Acaba
diğer seçenek neydi diye düşünmenin de bi alemi yok. Unutma, zaten söyleneni de
anlayacağın meçhul. Bir sefer bi Amerika yolculuğunda sürekli ‘juicy fruit,
juicy fruit’ diye servis yapan bi hostesin elinde ne meyve suyu ne de meyve
göremeyince, ne dağıtıyor lan bu acaba diye meraklanıp baktığımda aslında o
‘juicy fruit’in ‘duty free’ olduğunu anlayamayan bir kabızsın üstüne üstük!
Hayır allahtan boş bulunup ‘ay wud layk tu teyk e cüüzi früüt’ dememişim.
Neyse,
ne demiştik, tavuğu bekliyorduk, değil mi? İki seçenek var, ya tavuğu verir,
yersin, ya da ‘I’m soryy’ ile başlayan cümlesini kurar, gerisini dinlemene
gerek yok, she is sorry sonuçta; tavuk ya kalmamıştır ya da hiç olmamıştır. O
zaman cepteki anahtar kelimeyi söylersin, ‘Ok, whatever’, ve artık hostes ne
verirse yiyeceksin. Aç kalmaktan iyidir. İngilizcen yetersiz olduğundan değil,
bazen gastronomi bilgin yeterli değildir. Sen hiç uzak doğuya uçtun mu?
Kahvaltıda sulu köfte pirinç yiyen bi millet bu.
Aslında
en iyi mantık yemeği uçak biletini ayırtırken sipariş etmek, ya vejetaryen, ya
glütensiz neyse işte, o zaman ilk senin yemeğin geliyor, denedim. Ama bunu
yaptığım her seferinde de herkese gelen diğer yemekler daha bi leziz göründü
gözüme, bu yöntemden vazgeçtim. Hala da şu uçaklara bi düğmesine bastığında
kendiliğinden geliveren yemek sistemi ya da pencere kenarına çöp sistemi
dizayn edemediler ya ona yanarm. Ya da şöyle ‘sushi train’ gibi bi sistem olsa
mesela, uçağın çevresinde dönse, istediğini alsan çöpünü bıraksan, hatta otursan
o ‘sushi train’e, seni de geçerken arada tuvalete bıraksa. Zira gece gece
herkes uyurken o pencere kenarından tuvalete gidip gelmek de ayrı bir macera
çünkü. Dürtünce uyanan var, uyanmayan var...
Yorumlar