Melbourne azar azar
03.2014
Bugün bankada hesap açtırıyordum. Bankacı adımı,
adresimi, telefonumu vs. sorduktan sonra 'bunu sormam biraz uygunsuz olabilir
ama Türkiye'den geliyorsunuz, orası Müslüman ülke, müslüman mısınız' diye
sordu. Ben boş boş baktım ve merak ettim 'konuyla ne alakası var' diye sordum,
o da 'hesabı faizli mi faizsiz mi açalım diye soruyorum' dedi. Ben yine
anlamadan boş boş bakınırken bir anda kafamda bir şimşek çaktı, anaaaa dedim,
faiz haramdı değil mi? Ohooo hanımefendi dedim, siz benim Müslüman ülkeden
geldiğimi mi sanıyorsunuz. En büyük kafirler orada şu an. Kendi paranın üç
kuruşluk faizinin bile "haram' olduğuna inanılan bir dini ne hale
çevirdiklerini görseniz şaşardınız. Keşke gerçekten de başkasının rızkını
yemenin haram olduğuna içten içe inanılan ve uygulanan bir ülkeden geliyor
olsaydım.
...
Melbourne ilk ders deneyimim: Sıfır deneyime sahip, temel
tasarım, serbest el çizimi, teknik çizim hakkında en ufak fikri olmayan, maket
nasıl yapılır bilmeyen taptaze 1. sınıflara Introductory Design Course
veriyorum. Proje de otobüs durağı. Araştırma bekleniyor, çizim bekleniyor,
10larca konsept geliştirip arasından en iyisini seçmeleri bekleniyor, exploded
çizim bile bekleniyor, maket zaten bekleniyor, hem de bir de her birine ayrı
bir meşhur designer verilip tasarımı adını daha yeni duydukları tasarımcının
stilini araştırıp ona uygun olarak tasarlamaları bekleniyor, ve ders haftada 2
saat. Hadi bakalım diyoruz, hem onlara hem bana kolay gelsin ...
04.2014
Şehir merkezinde dolanırken karşı kaldırımda bir
kalabalık gördüm, tam da oradan geçmeyi planlıyordum ki, vazgeçsem mi acaba
dedim, sonra aman ne olacak kalabalıksa kalabalık hadi geçeyim dedim, ardından
yine fikir değiştirerek hadi dedim bu kalabalık pek tekin değil, futbol takımı
taraftarları gibi herkes kırmızılı lacivertli, maç var herhalde, allah dedim
Yasemin, girme kalabalığa çocukla, holiganlar olabilir, yoluma başka yerden
devam ettim gittim. Sonra akşamına metroya bindim ki, her yer kırmızılı
lacivertli atkılarıyla çoluk çocuk, aileler, yaşlı teyzeler dolu, meğer benim
holiganlar bunlarmış. Burada ‘footy’ dedikleri Avustralya futbolu bir aile
eğlencesi.
...
Melbourne dünya mutfağı başkenti olacakmış... Bir kere
'kantin' yok kantin' yemekhane yok okullarda yemek yenecek, okullu çocukların
sırtında kendileri kadar çanta, merak ediyordum ne taşıyor bunlar diye, meğer
yiyecek içecek doluymuş. Üniversite desen her yer mikrodalga fırınla dolu,
elinde 'lunch box'unla geziyorsun, evden getirdiğin dünden kalan makarna köfte
allah ne verdiyse. İş yerlerinde yemek yok, adam gelmiş 40-50 yaşına, takım elbise
kravat, elinde beslenme çantası. Haliyle ülkede boy boy çeşit çeşit plastik
vakumlu kap satılıyor. Ben napayım böyle dünya mutfağını şöyle ayaküstü bir
kaşarlı tost bir çay yapamadıktan sonra?
...
Ah bu Avustralyalılar beni öldürecek, kardeşim UGG
botları icat etmişsiniz madem, bütün dünya giyiyor, e siz de giysenize.. Kış
gelmiş ortalık buz kesmiş, bunar hala parmak arası terlik...
05.2014
Nasıl bir Batı kültürüymüş ki bu, kendi ülkemizde bile
başka bir dilde eğitim gördük. Şimdi geldik buraya, onlar kadar iyi İngilizce
konuşuyoruz ama o da yetmiyor. İsmini bile değiştirmeni bekliyorlar senden.
Neymiş, kolay, kısa bir 'nick name' kullanacakmışız ki iletişim kolay olsun.
Biz koskoca bir dil öğrendik be iletişim için, okumak için, tez yazıyoruz be
tez başka bir dilde, ötesi var mı, siz daha adımızı telaffuz edemiyorsunuz.
Dünyayı Çin ele geçirsin de o zaman göreceğim ben siz İngiliz ırkını.
...
Çağrı’ya yeni isim arayışı içindeyiz, olmuyor, adam bir
türlü telaffuz ettiremiyor adını, Kagri diyorlar, Kagri Araki, o da napacam ben
bu yaştan sonra Charlie mi olacağımın derdinde. Bu ‘nick name’ olayı burada çok
kullanılıyor, Jennifer olmuş Jen, Olivia olmuş Liv; biz de yaparız aslında,
Selahattin’e Selo deriz, Yasemin’e Yaso, Mehmet’e Memo, ama iş yerinde de olmaz
ki kardeşim, komik.
Burada göçmen olup vatandaşlık alacak bir arkadaşım var,
vatandaşlığa geçerken Türk adını İngilizce başka bir adla değiştireceğim dedi,
söylemekte zorlanıyorlar diye, bunu bir de o kadar rahat söyledi ki sanki saç
rengini değiştiriyormuş gibi; durumu bu kadar normalleştirmek normal mi, yoksa bana
mı acayip geliyor? Aşık olup evlendiğimiz kocamızın soyadını alırken bile
kendimizinkinden vazgeçemedik de sonuna eklettik, sırf birileri telaffuz edemiyor
diye kendi isminden vazgeçmek bu kadar kolay mı?
...
Evde camlar tavandan yere kadar, öyle büyük parçalar
değil, kafes kafes yapmışlar, birinin boyutu bir dosya kağıdı kadar. Ve Mavi
sürekli koşturma halinde, zaten bugün yarın bekliyorduk oğlum dur, oğlum koşma,
oğlum dikkat et derken sonunda sandalyeden düştü kafa cama, cam tuz buz. Nasıl
oldu ben anlamadım, zaten içerideydim sesi duyduğumda ama oğlan sağlam, Çağrı
olaya şahit olduğu için yüreği çıkmış renk bembeyaz. Kafadaki bir kaç cam
kırığını saç kurutma makinesiyle üfüttürüp geri kalan toz halindeki cam
parçacıklarını da elektrik süpürgesinin hortumuyla düşük devride çalıştırarak
çekip, üzerine de büyüteçle iyice kontrol edip hiç bir kesik olmadığına ikna
olduktan sonra pencerenin derdine düştük. Dedim ben yaparım, nedir ki yani,
çıkacan bahçeye, kenarındaki macunu çıkartıp boyutuna göre bi cam kestirip
takacaksın, kenarlara macun felan. Yoook efendim öyle olmazmış, illa ki
‘certified glazier’ (sertifikalı camcı) olması gerekiyormuş. Bıraktım mahalle
camcısını –ki sanırım öyle bir kavram da yok- kendin değiştirmeyi düşünme bile.
Yaklaşık bir dosya kağıdı boyutundaki cam değiştirme operasyonu için üç beş
farklı yerden 75$ ile 150$ arası teklif aldıktan sonra 75liğe yaptırdık. Çağrı
yere yakın tüm düz camları güvenlik camlarıyla değiştirmek istiyordu ama
haliyle vazgeçti.
06.2014
Reklam gibi olacak ama kardeşim şu Hacı Şakirle
yıkanmanın da keyfine diyecek yok be! Artık içine ne koyuyorlarsa, köpürüyor da
köpürüyor, koku zaten mis. Artık gurbetten midir yoksa emektar sabunun bildik
kokusundan mı, suyu kaynar dereceye dayadım, kırklandım denir ya hani. Üzerine
bir de Çamlıca gazoz olaydı.
...
Yorumlar