Kayıtlar

Mayıs, 2006 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Manyetik Rezonans ve Ankara

Başlık biraz alakasız kaçmış olabilir fakat üzerinde durmakta fayda var: Manyetik Rezonans dediğimiz yüzyıl harikası (!) halk tarafından kısaca “emar” tabir edilen tabuta girmiş olanlar bilir, girmeyenler içinse kısa bir önbilgi: Siz siz olun emara yalnız girmeyin. Israr edin, yanınıza annenizi sevgilinizi ya da hemen oracıktaki hastabakıcıyı alın öyle girin. İnsan zamansız ve sonsuz boşluğun derin uçurumunda yalnızlığın dibine vurup, kulağında patlayan bazen matkapvari bazense çıstak çıstak disco temposu eşliğinde çalışan bu aletin içinde sesini kimselere duyuramadığı, ulan hareket etsem acaba sıçar mıyım, koca mıknatıs beni de bi yerlere mıhlar mı tarzı soruları düşünürken bir de hiç gerek yokken sizinle ilgilenen teknisyenin acil bir telefon alıp da gittiğini yahut bilgisayar başında bayıldığını ve sizi orada öylece o koca aletin içinde tek başınıza terkettiğini düşlerseniz vay halinize... Mıknatıs tabutun içinde kendi kendinize dökeceğiniz gözyaşları gözlerinizin yanından yavaşça a
captain Morgan ve light cola karışımımı yaptım ve bir adımda geceye çıktım bahçeye kimsecikler yok sadece ağustos böcekleri yıldızlara baktım geceye baktım, gaz lambasını yaktım ve masama yerleştirdim, laptopumu açtım ve tezime döndüm bu kadar mutluluk vermez insana hiçbirşey hayatta, gece ve ağustos böcekleri ait olduğum yerdeyim yine ve tek başımayım müziğe bile ihtiyacım yok, gecenin uğultusu yeter ağaçların hışırtısı hem ninni gibi hem korkutucu.... burada ölebilirim... her gelişimde başka bir aşk yaşıyorum öncekinden farklı, ama hep aynı duygu, aynı bildik ve tanıdık koku, gecenin sesi, ağustos böcekleri, gaz lambasının titrek ışığı, burda yaşlanmalıyım.... havası çakırkeyif etmeye yeterli bünyemi bırakıp nereye giderim ki kaybolmuş aidiyetimi buluyorum burda, saçmasapan yerlerde ararken temmuz 2005 datça

başka türlü birşey

Başka türlü birşey benim istediğim demiş ya şair, hatta rengi başka, tadı başka demiş, havası ayrı hava, denizi ayrı deniz demiş, yazık dedim şaire, üzüldüm, gelmemiş buralara ya da gelmiş de sevememiş, hani ya hiç ayrılamazsın ya da basar gider bir daha da uğramazsın buralara... Yazık şaire, “işte burası” diyememiş..

yaşam savaşı notları / istanbul

ezanın sesiyle uyanıyorum, hava daha karanlık. telefona bakıyorum: 05:24. uyanmak için daha 6 dakikam var. elimde telefon yatıyorum. 5:30'u 5:40 yapıyorum, bu karanlıkta kim çıkacak. hışır hışır torbalarımla sessiz olmaya çalışarak çıkınımı hazırlıyor, ağzıma iki delete atıp çantayı sırtlanıyorum. taksi çağırayım mı diye uyanıyor içeriden meral. gerek yok diyorum. çıkıyorum. yola kadar yürü. karşıya geç. bekle. minibüs yok. taksiye doğru yürüyorum. cebimde sadece 20 kağıt var. bu paranın beni izmirdeki evime ulaştırmasını umuyorum. ama istanbul evdeki hesabın çarşıya uymadığı bir şehir. taksi 5 dakika sonra iskelede. 4 kağıdımı alıyor. sonra 1 vapura veriliyor. saat 06:15 olmuş. vapur uyuyan insanlarla dolu. mutlu ya da mutsuz değiller. uyurken ifadesi olmaz ki insanın. daha gün doğmadan güne uyanan insanlar bunlar. bir çoğu gün battıktan sonra evine dönecek. güneşi görmeyecekler bile. yazık. vapurdan iniyorum. oradan direk taksiye bin demiş meral. boşuna karşıya yürüme. zaten sırt

konak vs. okyanus ve deniz insanları

modern izmir'in gerçek yüzü: konak. her çeşit çingenesiyle yatay düzlemde yaşayan rengarenk insan topluluğu. hem modern, hem ileri derecede geri kalmış, taşralık sinmiş sokaklara, kişilerin ruhuna. aynı zamanda daha açık, daha rahat, daha renkli. meksikavari. derken karşına çıkan kaktüs çeşitlemeleri. güneş ve dikenler... tekila kokusu burnumda. izmirin içkisi tekila olmalı. ne bu kalabalık? sokaklar, evler kadar rahat. keşke kızlar da rahat olabilseler. evdeki pijamalarıyla makyajsız çıkıp gezebilseler. boyadan kaskatı kesilmiş suratlarıyla bu bezgin şehir izmirin yatay düzlem çimlerine sereserpe uzanabilseler. yoksa bu çimler sadece çingenelere mi ait? boyalı kızlar mı yoksa çingeneler mi ait bu kente? renkler nerede? çocuklarda. çocuklar yeşillerde. bir kalabalık ki, güneşin de etkisi olsa gerek. deniz ve güneş memleketleri hep daha rahat, daha geniş, daha renkli, daha zamandan bihaber, daha duvarsız, daha özgür. ne dağlar ne duvarlar hapsedebilmiş kentleri ve insanları. okyanus

romansılaştırma

ben sevdiklerimi "romansılaştırıyorum" kafamda. sürekli olmadık hikayeler kurgulayıp, olmadık hayaller kuruyorum. yazıyorum. yıllardır yazıyorum ben. hep sevdiklerime mektuplar,şiirler, hikayeler yazıyorum ben. belki de hepsini romansılaştırmak için seviyorum. ben aslında onları değil, her zamanki gibi onları sevmeyi seviyorum. o içinde yaşadığım romanı seviyorum ben. sevdikçe kahramanlaşıyorum. bir roman kahramanı olarak satırlara, yani kayıtlara geçip ölümsüzleşiyorum. belki de ölümsüzleşmek için seviyorum hep.

istanbulda bir otelin çatı katı

sabah kahvaltısı. alışılmış zeytin, peynir, domates, çay. martılar dışarıdan gagalarını cama vuruyor. sanki içeride camekanın ardındaki hapsedilmiş bir varlığım. martılar da ziyaretime gelmiş benim gibi birkaç insan parçasının kahvaltı edişini izliyor. karşımda kahvaltısını yapan hintli bayan kumaşını tam dolayamamış, kenardan göbeğinin katları sayılıyor. güneş yükseliyor, hava güzel. eşler bir süre sonra birbirine benzer derler. ikisi de papaz gibi fransız çiftin. gece elektriklenmişler...